3 Ağustos 2008 Pazar

Kürt Sorunu Ve Komünist Tutum üzerine

Kürt ulusal sorunu onlarca yıldır bu toprakların en sıcak gündem maddelerinden biri olmuştur ve de hala olmaya devam etmektedir.Bu toprakların en eski halklarından olan Kürtlerin hala kimlik sorunu yaşamasını tartışmak dururken orta yerde hala bu kimlik mücadelesinin sonuçları tartışılıp durulmaktadır.Demokratik geleneklere sahip olmayan ve demokrasinin bir yaşam biçimi haline dönüşmediği ülkelerde genelde yaşanan sorundur bu durum.Nedenlerle uğraşılıp tartışılmaz ve ortadan kaldırılmaya çalışılmaz.Sonuçlar ile uğraşılır ve tartışılır.Kürt ulusal sorunu açısından da durum aynen böyledir.Ortadoğunun bu en eski ve yerleşik kültürü olan halkı ne acıdır ki , hala kimliksel tanıma sürecinde bulunmaktadır.Ve de kendini baskı altında tutan,toprakları işgal altında olan egemen ulus ve devletlerce.Sömürgeciliğin en katmerlisini yaşayan ve yaşamakta olan bu halkın aşağı yukarı 150 yıla yakın bir süredir bağımsızlık mücadelesi verdiği bilinmektedir.Bugüne kadar irili ufaklı onlarca isyan üretmiş ve yaşamış olan bu halk en son isyanını en azından Anadolu toprakları üzerinde 1980 li yıllarda kitlesel kalkışmalara da varabilecek bir düzeyde yaşamıştır.Hala bu isyan ve kalkışma bugün yani 2007 de de sürmektedir.Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı sorunları aşağı yukarı 70-80 yıldır yine bu ülke ilerici-devrimci demokratları ve komünistlerince tartışılmaktadır.Ama sorunu dar bir çerçeve de ele almak onu darlaşma ve sığlaşmaya doğru sürükleyebilir.Öte yandan sorunu sadece bu sınırlar çerçevesinde görmek ve de emperyalist kapitalizmin rolü ve parçalara bölünmüşlükten uzak tartışmaya kalkmak yine aynı düzeyde sorunu anlayamamıza ve darlaşmaya neden olabilir.Bu açıdan soruna her bakışta ister yukardan ister aşağıdan bakalım bu ön tespitleri yapmak zorunludur.GirişKürtler yukarda da belirttiğimiz üzere bu toprakların en eski halklarındandır.Aynı zamanda yerleşik halklarındandır.Mezopotamya dan başlayıp kuzeyde Ermenistan –Gürcistan’a kadar çok geniş bir saha da yerleşmiş olan bu halk Müslümanlaştıktan sonra ve sonrasında Anadolu’nun Türkleşmesi ile birlikte tipik feodal kültürün getirdiği koşullarda ulusal anlamda sorun yaşamamışlardır.Hatta Osmanlı ile birlikte sunni mezhebinden olmalarından dolayı koruyup kollanmışlar ve özellikle Osmanlının doğu seferlerinde temel vurucu gücü olmuşlardır.Bu anlamıyla ulusal uyanış ve kapitalizmin ulusal ve uluslar arası ölçekte gelişimine kadar özerk yapısını korumuş bir idari-mali yapıya sahiptir Kürdistan.Ne zaman ki, Osmanlı çöküş sürecine girmeye başlamıştır ve başta Avrupa yakasında ulusal kurtuluş hareketleri gelişmeye başlamış ve tek tek başarılar elde edilmeye başlanmıştır, Kürtlerinde bu uyanış ve bağımsızlık mücadelesinde yer alma sürecine başlamıştır.Emperyalist kapitalist entegrasyon içine dahil olan Osmanlı Kürtler üzerine mali-idari açıdan daha fazla gitmeye başlamıştır ki,bu ulusal uyanışın baskıya karşı direnişle at başı gitmesini koşullamıştır.Arap ulusal hareketlerinin de Osmanlıyı zorlamaya başlaması ve emperyalistlerin bu hareketleri desteği karşısında giderek daralmaya ve çöküşe giden imparatorlukta İslami motiflerin yerini ulusal motifli İttihat Terakki vs güçler almaya başladıkça ulusal hareketlerin daha bir kendini hissettirmeye başladığını karşılıklı görmek mümkündür.Her ne kadar yine de büyük Osmanlı düşleri kurulsa da zamanla bunun yerini mevcudu korumak kaygısına dönüştüğünü görüyoruz.Büyük Osmanlı düşünün bir parçası ve adımı olarak girilen 1. emperyalist paylaşma savaşından yenilgiyle çıkan Osmanlı ve onu temsil eden İttihat Terakki hareketi , artık Osmanlıyı bitmekten kurtaracak son güç olacaktır.Onun devamcısı kadrolar ve filizlenmeye ve semirmeye başlamış burjuvazi artık mevcutla yürümeyeceğini anlamıştır.Beri yandan açık emperyalist kuşatma ve işgal bir ulusal kurtuluş hareketini koşullamıştır.Bütün bu süreçte ,Kürdistan’ın gerek ekonomik-mali ve gerekse de idari bağımsızlık ve özerkliğini yitirdiğini görmekteyiz.Osmanlının son 60-70 yıllık tarihiyle birlikte başlayan bu süreç emperyalist paylaşım savaşı sonrası hemen hemen tamamıyla özerkliğin yitirildiğini ve ardından Dersim harekatıyla ve kıyımıyla bu sürecin yani sömürgeci zulmün tamamlandığını görmekteyiz.Sömürge nedir?Kürdistan neden sömürgedir?Otonomi ya da özerklik tanımıyla başlamakta yarar vardır konuya.Otonomi ya da özerklik,kendi iç hukuk ve maliyesinde bağımsız bir yapıya sahip olup,belli genel bakımdan bir üst devlete tabi olmayı tarif eder.Kürdistan’da Osmanlının son dönemlerine kadar durum aynen böyle idi.Kürt feodal bey ve ağaları , vergi toplayabiliyor,kanun koyabiliyor,mahkeme yapabiliyor vs idiler.Ama dış işlerinde Osmanlıya tabi idiler.Gerek askeri gerek mali gerekse idari anlamda Osmanlı ile bağımlı idiler.Osmanlı tarafından açık askeri-siyasi bir ilhak söz konusu değildi.Bu anlamda Kürdistan,Osmanlının sömürgesi değildi;Osmanlıya bağlı otonom bir yapıya sahipti.Sömürge ise ,siyasi ve ekonomik ilhak altında olmak demektir.(Klasik sömürge)(Yarı ya da yeni sömürgecilikle karıştırmamak gereklidir.Zira zamanımız emperyalist kapitalizminin temel sömürgeci biçimi yeni sömürgeciliktir.Ya da ekonomik-siyasi bağımlılık yaratarak işbirlikçi tekelci kapitalistleri ve devleti aracılığıyla sömürgeci ilişkileri yürütmek yani görünürde siyasi-ekonomik bağımsızlığa sahipmiş gibi görünüp gerçekte her açıdan emperyalist metropollere bağımlılık ilişkisi.Gerçi klasik sömürgeciliğin devri hala kapanmamıştır ve kapanmayacaktır.Irak,Afganistan,Somali ya da bir başka ülkenin işgali,yağmasını bizzat emperyalist metropollerce birinci elden yapmaktadırlar.Bu aslında klasik sömürgeciliğin bittiğini iddia edenlere de tokat gibi bir yanıt olmuştur.)Klasik sömürgecilik ilişkisinde bir bağımlılık astlık-üstlük ilişkisi yoktur.Yeraltı-yerüstü tüm zenginlik kaynaklarıyla birlikte siyasal anlamda tam bir hakimiyet ve yerinde yönetim vardır.Egemen devlet ,tüm kurum ve yapısıyla sömürgeleştirdiği ulus ya da devletin tepesindedir.Her türlü belirleyicilik hakkı egemen devlete aittir.Aracıya ihtiyaç duyulmaz yeni sömürge ya da yarı sömürgeci ilişkilerde olduğu gibi.Gerek kaynakların yerinde elde edilmesinde ve gerekse de bölüşüm-dağıtılmasında,gerekse hukuku ve yönetimiyle ezilen devletin ya da ulusun hiçbir hukuk ve kuralı-belirleyiciliği yoktur.Kürdistan ve Kürtler ,cumhuriyetin kurulması sürecine aktif katılım sağlamış asli unsurlardan olmuşlardır.Emperyalist paylaşım savaşı sürecinden sonra Kürdistan fiili olarak aslen 4 ana büyük parçaya bölünmüştür.(Ermenistan ve nispeten Gürcistanda kalan parçaları göz ardı ettik şimdilik )Emperyalist çıkarlar gereği sınırların masa başında belirlenmesinden sonra herhalde en büyük kayıp Ortadoğu da Kürtlerin olmuştur.Kuzey de kalan kısımda Anadolu da asli kurucu olan Kürtler , sonrası süreçte tamamen dışlanmış olup bu dışlanmanın sonucunda Şeyh Sait,Ağrı-Zilan ve de en son olarak ta Dersim ayaklanması ile varlıklarını dile getirmeye çalışmışlar ve bu isyanlar kan,şiddet ve kıyımlarla bastırılmıştır.O günlere kadar cumhuriyetin kazanılması uğruna verilen mücadelede Türkiye’nin Türk ve Kürtlerin ortak kurduğu vurgusu yapılan resmi tüm kayıtlar yok edilmiş ya da unutturulmuş olup,En son Dersim ile birlikte ekonomik ve siyasi ilhak ya da egemenlik-işgal tamamlanmıştır.Kuzey Kürdistan ,Türk egemen sınıflarının ekonomik ve siyasi ilhakı altındadır ve TC nin sömürgesidir bu anlamda.Güneş-dil teorileri ile tek ulus-tek devleti zorla dayatmaya çalışan TC egemen sınıfları ve devleti asli unsur Kürtleri ve de kısmen alevi-kızılbaşları kuruluştan sonra öcü ilan etmiş olup,onlar tarafından gelen tüm talep ve istemleri anti-demokratik yöntem ve biçimlerle ortadan kaldırmaya çalışmıştır.Yok saymak ve tek tipleştirme politikası halen de sömürgeci faşist devletin temel politikasıdır.Bir çok noktada adımlar atılmış olmasına rağmen(ki bunda son Kürt ayaklanmasının zorlayıcılığı temeldir)Kürdistan’ın tüm ekonomik değerlerinin varlığı ve yönetimi ve de öte yandan siyasal yönetimi tümüyle Türk faşist devletinindir.Sonuç olarak Kürdistan,Türk işbirlikçi tekelci kapitalistlerinin ve onların kolektifi olan faşist devletinin sömürgesidir.Sömürgenin sömürgesi olur mu?Bu sıklıkla tartışıldı devrimci demokratlar ve komünistlerce.Hala üzerinde fikir birliğine varılmış değildir.Ama eldeki gerçek verilere bakılmaksızın sadece bildik alıntılar ile yapılan karikatürize edilmeye çalışılarak sözüm ona Marksist literatüre de dayandırılmaya çalışılan değerlendirmeler Kürdistan sorununa kesinlikle ışık tutmamaktadır.Ve Kürdistan realitesiyle çelişmektedir.Gerekçe şudur bu yüzeysel ve gerçekte anti-marksist yaklaşımların :sömürgenin sömürgesi olmaz.Neden olmaz? Sorusuna yanıtları yok.Peki bu genel saptama Kürdistan gerçeğini açıklamaya yetiyor mu? Hayır.Ama umurlarında değil bizimkilerin.uysa da olur uymasa da.Portekiz ile Angola ilişkisine yanıtları yok bu dostların.Portekiz kendisi yarı-sömürge iken Angola yı sömürgeleştir mişti?Yani Portekiz de ya da uluslar arası areneda olursa buna olabilir diyeceksiniz ama iş kendi topraklarınızda olan bir gerçeğin vurgusu ve tespitine gelince olmaz diyeceksiniz!!!Sanırız ki,türk egemen sınıflarının bu anlamdaki dezonformasyonu bu ülke devrimcilerinin kanına da işlemiştir.Bunun elbette kendilerince haklı nedenleri var.Mesela Kürt kökenli olup başbakan olan,cumhurbaşkanı olan filan var diyorlar.Ama yine unuttukları bir şeyler var.Bu saydıkları kendi kimliklerini rededip kendileri olmaktan çıktıkları sürece oralara yükselebiliyorlar.Hala kimlikleri tam anlamıyla kabul edilmemiş bir halk var ortada.Hala kaba bir biçimde alt-üst kimlik ile durumu idare etmeye çalışan ve de aslen kimlik inkarı demek olan dayatmayı amaç edinmiş bir siyasal anlayışın-faşist ırkçı bakışın egemenliği sürerken ve bu durum kısa-orta vadede değişme emareleri dahi göstermezken bu tür gerekçeler arkasına sığınmak mevcut durumu açıklamaya yetmez ve de yetmeyecektir.Kürdistan cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte adım adım emperyalist kapitalistlerinde yardımlarıyla ekonomik olarak tamamen elde edilmiştir.Siyasal olarak ta Dersim isyanı sonrası tümüyle ilhak edilmiştir ve egemenlik pekiştirilmiştir.Sömürgenin sömürgesi olmaz tezi diyalektik ve tarihsel materyalist bakış açısına tamamen yabancıdır.Sömürge tanımı yukarda açıkken bunu iddia etmek , marksizmin bilimsel yanıyla bağdaşmaz.Doğrusu egemenlerin genel söylemine de bu anlamda yakınlaşılmış olur.Kürt Ulusal Sorununun BugünüUlusal sorunun kendisini özetle ve alıntılara boğmadan aktarmanın yanında bugüne de bakış açısı sunmak gereklidir.Bugün on yılların ve yüzyılların birikimiyle üst üste binişmiş sorunlar yumağındaki topraklar üzerinde kürt ulusal uyanışının son 30-40 yıla özel olarak damgasını vurduğunu söyleyerek ilerleyelim.Hangi önderlikler altında olurlarsa olsunlar kürt kimlikli hareketlerin başta Kürdistan olmak üzere batıda da kürt nüfusun olduğu her yerde taban bulup örgütlendiği ve de kendini ifade edecek kanallar yaratıp ilerlediğini görmekteyiz.Son siyasal ve silahlı kalkışma hareketinin kökeni ise 80 Eylülü öncesine dayanmakta ise de esas meyvelerini 80 li yıllar ile birlikte vermeye başlamıştır ve de bu toprakların en çok tartıştığı sorun olmuştur.Bu sorunu gündeme oturtan ve yıllarca da gündemde de tutan elbette ki PKK dir.Bugün artık bu silahlı mücadele sonucudur ki,kürt sorunu uluslar arası gündeme de taşınmış ve öte yandan emperyalist odaklarında biricik gündemlerinden biri olagelmiştir.PKK yi Anadolu için ifade etmiş olsak ta diğer parçalarda özellikle güney Kürdistan da feodal ağa ve beylerce de yılardır yürütülen mücadele ve yine doğu Kürdistan da nispeten daha cılız mücadeleninde uluslar arası gündeme oturmasında özel rolleri olduğunu teslim etmek gereklidir.Zira Saddam ve sonrasın da da Irak işgali ve Irak taki son gelişmeler ve emperyalist merkezlerin uzun vadeli çıkarları fiili bir Kürdistan oluşumunun da önünü açmıştır.Ama biz yine konumuza yani kuzey Kürdistan merkezli değerlendirmelerimize geri dönelim.PKK nasıl bir harekettir?PKK,kurulduğu yıllarda ML olduğunu iddia eden bir ulusal kurtuluş hareketi olarak doğmuştur.kurulduğu yıllardan itibaren dar milliyetçi bakış açısının verdiği tüm handikapları devrimci-demokrat ve komünist hareketlere de yansıtmış olup,ciddi bir devrimci iç çatışmanın da haksız ve hukuksuz taraflarından biri olmuştur.Sığ milliyetçi bakış açısı zaten kendi başına anti-Marksist Leninist olduğunu tanıtlamaya yeterde artar bile.Ulusal kurtuluş hareketi olmak,sınıf mücadelesini red etmek ya da proleter devrimci bir hareket olmayı yadsımak anlamına gelmez.Ama PKK de bu kapsayıcılık sınıf hareketinden uzaklaşmanın ya da sınıf hareketi olamamanın gerekçesi haline getirilmiştir.PKK aslında iddia ettiği gibi hiçbir zaman komünist olmadı ve olamaz.Gerek kurulduğu zaman ve gerekse de sonraki pratiği de bunun kanıtıdır.Devrimci hareketlerle yarış içine girmekle hatta yer yer çatışmalara girmekler beraber ;yer yer toprak ağaları ve çeşitli aşiretlerle kurduğu yatay ve dikey ilişkiler aslında bugünün işaretlerini vermekte idi.Sosyalist devrimci hareketin dünya çapında revaçta olduğu ve de Anadolu’da da rağbet gördüğü yıllarda gerek söylem ve gerekse de proğram olarak bu zemini temel alması çokta şaşırtıcı değildir aslında.80 eylülünün buldozer misali işçi sınıfı ve emekçi hareketini düzeltmesi ve de aynı zamanda kürt hareketini de hedeflemesi kaçınılmaz idi.Zira 24 ocak kararlarının ve İMF direktiflerininin başka türlü uygulamaya konulması olanaksızdı.Faşist darbe devrimci hareketi biçtiği gibi ulusal hareketi de biçti.Ama bundan en az yara alan hareket zamanında konumlanmış olan PKK oldu.Cezaevi direnişleri ve bunun dışarıda yansımaları ile Ağustos atılımı Kürt ulusal kurtuluş hareketi açısından dönüm noktası oldu.Bu hareketin kıvılcımı ve ateşinin bu derece yükselebileceği ve yankı bulacağı sanırız faşist devletin bile hesap edemediği ve küçümsediği birt mecradan buralara kadar geldi.Bunda elbette mevcut koşulların ve uluslar arası koşullarında payı olduğunu söylemek gereklidir.Bu ciddi devrimci çıkış ,yığınsal karşılığını da bulmakta da gecikmedi.Faşist devletin hareketin kendisini ciddiye almaması ve kayıtsızlıkla karşılaması da hareketin gelişmesinde en az Kürtlerin on yıllarca ezilmelerine karşılık ve karanlığın ucundaki ışığa yönelmeleri de etkili oldu.Hareketin bu kadar geniş yankı bulması sadece faşist devlet tarafından şaşkınlıkla karşılanmadı.Bizzat PKK de bu kadar yoğun ilgi beklemiyordu sanırız.Ki sonraki süreçte bunu doğrulayan açıklamalara rastlamak olanaklıdır.Bu olumsuz koşullarda ki bu çıkış tüm devrimci kamuoyunun takdirini kazandı.PKK ye özel bir saygınlık kazandırdı.sonraki yıllarda bunun çok olumsuz etkilerine karşılık buna tavır üretilmemesi gibi sakat yaklaşımlar doğdu.Öte yandan güce tapınmanın sonuçlarıdır aynı zamanda durum.PKK,zaman içinde gerçekten enine boyuna ciddi bir evrim süreci geçirdi.90 lı yılların başı PKK de ciddi kırılmaların yaşandığı yıllar oldu.O zamanda çeşitli vesilelerle dile getirdiğimiz gibi PKK devrimci proğram ve değerlerinden taviz vermeye ,reformist söylemleri derinleştirmeye,söylemde de olsa devrimci-sosyalist değerleri terk etmeye ve adım adım proğramından da uzaklaştırmaya girişti.PKK başından beridir ki pragmatist ve makyavelist bir niteliğe sahipti.Ama bu yıllar PKK nin gerçek niteliğini teorik-politik-ideolojik anlamda sınandığı yıllar oldu.Azınlıkta kalmış bir avuç insanın PKK nin gerçek niteliği üzerine yaptığı çalışmalar ve değerlendirmeler devrimci çevrelerce küçümsendi,kabul görmedi.Fantastik sayıldı.Ama süreç bu bir avuç insanın haklılığını ve doğruluğunu kanıtladı ne yazık ki..Sovyet Rusya’da aslında çok önceleri başlamış dejenerasyon ve geriye dönüş bu yıllarda açık bir biçim kazandı.Tüm dünyada küçük burjuva devrimcilerinde ve sosyalizme eğilimli ulusal kurtuluş hareketlerinde ciddi savrulmalar yaşandı.dünyada ML ve sosyalizm prestij kaybına uğradı.PKK bundan en ciddi düzeyde etkilenen hareketlerden biri oldu.PKK zaten omurgasız bir siyasal ideolojik yapıya sahipti.Şimdi tamamen boşlukta kalmıştır.Ve de liderlerinin ağzından sosyalizm tahlilleri yapılmaya başlanır.Bu sosyalizm tahlilleri o kadar kabadır ki,geriye dönüşler sorunu bile ciddiyetle ele alınmadığı içindir ki Rusya örneğinde olduğu gibi çark etmek o kadar da kolaylaşmıştır.Perestroika ve Glastnost sanki PKK için gerekli imiş gibi bir değerlendirme yapmış olsak şaşırtıcı olmamalıdır.PKK artık her şeyi sorgulamaya ama nasıl sorguladığına bakmaksızın sorgulamaya başlamıştır.Din sorunundan tutalım da kadın sorununa,sosyalizmden sınıf hareketine kadar ciddi savrulmalar ve kırılmalar başlamıştır artık.Artık PKK gerçek ve reel tek harekettir.Ondan ötesi boş ve hiçtir.PKK bu süreçten sonra sosyalist-devrimci söylemi tamamen bırakmıştır.Arada ifade etmeleri bir yana ve de proğramlarından sonradan çıkaracakları bir iki söylem dışında.Din sorununa pragmatizmin damgasını vurduğu bir söylem ve pratik vardır artık.Dine yaklaşım ve egemenlerin dini kullanma çabasını boşa çıkarmak adına şekillendirdikleri politikalar dini nasıl egemenler kullanıyorsa kendilerinin de kullanma haklarının olduğuna ilişkindir.Bunun için özel örgütler kurmuşlardır bile.Kürdistan İmamlar Birliği vs gibi.Diğer devrimci sosyalist komünist örgütlere yukardan bakış egemen anlayış olagelmiştir.(Gerçi bu durum 84 lü yıllardan sonra egemen anlayıştır ama ,90 lı yıllarda derinleşmiş ve bir çizgi halini almıştır.)Dini siyasal sömürgeci egemenler gibi kullanma adına yer yer dinsel motifli karektere bürünmekten kaçınmayan bir harekettir PKK artık.Hatta dini daha doğru bildikleri ve de Muhammed’in devrimciliğini vurgulayan yazı ve makalelere bile rastlanır olmaktadır.PKK’deki bu kırılma noktalarından en önemlisi belki de 90 lı yılların sonu ve yeni bir yüzyılın başlangicinda ortaya çıkmıştır.PKK artık yakalanan önderini kurtarmanın peşindedir.Ve de diğer yandan gerek programında ve gerekse pratik politikalarındaki temel vurgusu demokratik konfederalizm gibi ne idüğü belirsiz bir program yerini almıştır.Artık bağımsız birleşik devrimci Kürdistan proğramının terk edildiği yıllara meydan okurcasına ,reformizm egemenliğini tamamen açığa çıkarmıştır.Artık silahlar daha net olarak reformlar uğruna patlatılacaktır.Aslında bağımsız birleşik devrimci Kürdistan programına başından beridir inanmayan PKK açısından sorun çözülmüştür.Silah Reformlar uğruna kullanılabilinir mi?Bunu PKK örneğinde adım adım izleme olanağımız oldu aslında.PKK aslında en yakın deneyimdir.Uzaklara gitmeye gerek yoktur.PKK demokratik konfederalizm söylemini 2000 li yıllarda üretmemiştir.Bunun kaynağı ;PKK nin kendisidir.PKK aslında genel olarak sosyalist devrimci kimliğe hiçbir zaman sahip olmamıştır.PKK nin pragmatist yapısı söylemlerine birebir yansıdığından yükselen değerler sistematiği ne ise,PKK ona doğru eğilip bükülmüştür.PKK tarihine kısaca bir göz atmak bunun için yeter de artar bile.Rüzgarın yönüne göre yelken açmakta usta olamamış olsa idi PKK eminiz ki bugünlere gelmesi kolay olmazdı.PKK silahı reformlar uğruna kullanan bir harekettir.Bu durum çok net bir biçimde açığa çıkmıştır.Silahlı her hareket devrimci değildir.Yada sisteme yönelen her hareket devrimcidir gibi bir değerlendirme yapılamayacağı gibi silah kullanan her hareketin devrimci olacağı gibi bir yanılsama içinde olunmamalıdır.Bizler bunu 90 lı yıllarda söyleyince herkes bize gülüyordu.PKK nasıl olurda bir yandan silahlarıyla sisteme darbe vuracak öte yandan bırakınız sosyalist-devrimci olmayı reformist olacak.Ama tarih bizi haklı çıkardı.Bugünkü gelişmelere baktığımızda devrimci hareketler cüretle ve açıkça ifade edemeseler de,bizimle aynı kanaati paylaşmaktalar.Zira silah kullanmak devrimin-devrimciliğin tek ve net göstergesi değildir.(Komünistlik-sosyalistlikten değil devrimcilikten bahsediyoruz)Bunun bir çok örneği var dünyada.Örneğin silahla kazanılan Nikaragua devrimi seçimle karşı-devrime teslim edilmişti.(bugün onun sanki telafisi oluyormuş gibi seçimi sandinistler kazandı!!!)Silahlar ya da silahlı mücadele aslında demokratik konfederalizm gibi düzen içi çözümlenecek bir programa endekslenirse yanıt nettir.Yada silahlı mücadeleyi Saddam rejimine karşı yıllarca özerklik-otonomi için kullanan güneyli Kürtleri düşünün bir kez.Silahlı mücadele , bir hareketin devrimci olup olmadığını tek başına belirlemek için yeterli bir kanıt sayılamaz.Bir bütün olarak program,strateji,taktikler,eylemsel içerik ve aktiviteler vs vs her biri diyalektik bütünlük içinde ele alınıp değerlendirilmek zorundadır.Bunların hepsi yan yana getirildiğinde ve değerlendirildiğinde PKK nin bugün dün olduğu gibi bugün de silahları bağımsız birleşik devrimci Kürdistan gibi devrimci bir talep için değil ;reformist hedefleri için kullandığı açığa çıkacaktır.Tüm söylemleri ve programatik degisimleri bizim için yeterli bir kanıt sunmaktadır.Demokratik konfederalizm sistem içi halledilebilecek bir hedeftir.PKK bugün silahları bunun için patlatmaktadır.Demek ki , silahlar reformist düzen içi talepler için kullanılabilir imiş.PKK ve Kürt Ulusal Mücadelesi Aynımıdır?Kürt Ulusal mücadelesi ve PKK aynı şeyler değildir.Yada daha doğru deyişle ulusların kaderini tayin hakkı temel prensibine birebir karşılık gelmemektedir PKK.Kürtler ve onların ulusal kurtuluş mücadelesi sadece PKK ye endeksli değildir ve olmamalıdır.En başta nihai kurtuluş amacına yönelmiş olan komünist devrimciler açısından bu kesinkes böyledir.Ezilen ulus komünistleri devrimci komünist birlikte mücadeleden yana tavır koyarak ve de ezen ulus komünistlerinin de ayrılma hakları dahil her türden hak ve hukuku varsayarak mücadeleye dahil olmaları şarttır.PKK bugün görünen biçimiyle Kürtlerin genel ulusal temsilcisi gibi görünse de Kürt proletaryası ve emekçilerini temsil etmediği,Kürt ulusal burjuvazisi ve kısmi olarak küçük burjuvazisini temsil ettiği düşünülürse geniş emekçi kesimlerin temsilci boşluğu taşıdığı söylenebilir.zira Kürt proletaryası ve ezilenlerinin ezici çoğunluğunun batıda değişik milliyetlerden sınıfla kaynaştığı düşünülürse söylediğimiz daha da netleşecek ve anlaşılır olacaktır.Kürt emekçi sınıflarının temsilcisi değildir PKK ve olamazda.PKK silahlı reformist,pragmatist,makyavelist bir orta ve küçük burjuva sınıf hareketidir.Doğal olarak kürt proletaryasının gelecek hareketi olamaz.Bu anlamda Kürt ulusunun gerçek kurtuluşunun temsilcisi değildir ve olamaz da.Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımak ve destek olmak ile pratik politik bir hareketi desteklemek arasında farklar vardır.Açı farkı vardır.Politik hareketleri desteklemek kayıtlı ve koşulludur.Daha önceki makalelerimizin çoğunda bunu belirttiğimiz ve destek koşullarını ortaya koyduğumuzdan yeniden belirtmeden PKK’nin bugün bu anlamda faşist devleti geriletmek ve ona darbe vurmak dışında özel desteklenebilir bir yönü olduğunu düşünmekteyiz.Ama bu söylediğimizi Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını savunmak ve onun destekleyicisi olmak ile eş anlamlı olmadığını söylemeliyiz.PKK ve güney Kürdistan temsilcileri aynı potada ve yerde olmasalar dahi emperyalizmin dolaylı etki alanlarına girdiklerini söylemekte boyun borcudur devrimci komünistler açısından.Özcesi Komünist Tutum Ne Olmalıdır?Aslına bakarsanız yukarıdaki değerlendirmelerimiz de kendi başına neler yapılması gerektiğini ve tutumumuzun ne olması gerektiğini ele vermektedir.Kürt sorunu daha öncedekinden daha bir çetrefilli bir hal almış olmaktadır.Şimdi sorunun kendisini güney ya da doğu kürdistandan bağımsız düşünmek ve ele almak kesinlikle olanaksız hale gelmiştir.Emperyalist kapitalizm ve başta ABD olmak üzere Kürtler ve sorun üzerinden daha uzun süre politikalarını yürütmeye çalışacak gibi görünüyor.Bu anlamda gerek güneyde gerekse de kuzey kürdistan’da ulusal ve uluslar arası düzeyde komünist devrimci liderliğin önemi daha da öne çıkmış bulunuyor.Bu liderliği dar milliyetçi,reformist ve kolayca güdülebilecek hareketlerin yapamayacağı açıktır.Komünist devrimcilerin billur , net bakış açılarına daha çok ihtiyacın olduğu kesinlikle gün gibi açıktır.Ulusal hareket ve onun şu anda görünürdeki temsilcileri ile emperyalist kapitalizm ve küçük burjuva devrimciliği ile yürütülen ideolojik-teorik mücadelenin önemi tartışılmazdır.Bugün bu daha çok öne çıkmış bulunmaktadır.Zira gerek gelişmeler ve gerekse de sorunun yakıcılığı ve liderliklerin durumu bu anlamıyla daha fazla rol biçmektedir komünist devrimcilere.Nihai çözüm yolu ile birlikte yürütülecek ideolojik-teorik-politik tartışmaların önemini kavrayarak ilerlemek mutlak zorunluluktur.Gerçek kurtuluş ve nihai çözüm sosyalizm ve komünizmdedir.
Alıntıdır

Kurd Hareketine Marksist Bakış

Kürt ulusal hareketiYurtseverlik ile komünizmi kardeşleştirme girişimlerinin altında nasıl bir milliyetçi anlayışın yattığını anlamak için aslında derin incelemelere girmek gerekmiyor. Lenin'in defalarca vurguladığı gibi, burada turnusol kâğıdı olarak, ezen ulus komünistlerinin ezilen ulusun mücadelesine karşı takındıkları tutuma bakmak gerekir. Ve Türkiye'de bu "şansa" sahibiz. ABD emperyalizmi karşıtlığında sosyalist devrimin temel dinamiklerini arayanların, en azından Türk sömürgeciliği karşısında yaşam kavgası veren Kürt hareketine benzer nedenlerle bile olsa daha anlayışlı yaklaşmaları beklenirdi. Öyle ya, Kürt sorunu bağlamında Kürt yurtseverliğinin inkâr edilemez bir nesnelliği vardır. Ama TKP'nin bu sorundaki tutumu örtük bir şovenizmden başka bir şey değildir. Bu reformcu Stalinistlere göre Kürt sorunu, sosyalist devrimle birlikte bir anlamda kendiliğinden çözülecektir. Kürt halkının mücadelesi, bu basit nedenden ötürü, Türkiye'de sosyalist devrim mücadelesinin bir parçası olmak zorundadır! Bu zorunluluk kavranıldığı ölçüde Kürt hareketi anlamlıdır, aksi taktirde, bu gibi reformistlere göre, bir kıymeti yoktur. "Kürt yoksulları neden baskı altındaydı? Daha fazla sömürülebilmeleri için ... daha fazla sömürülmeyi kabul ettikten sonra, Kürtçe konuşmaları serbest bırakılsa ne olur, bırakılmasa ne olur?" diyorlar.[13] Bu üslup bir komünistin değil, bir "büyük Türk zorbası"nın üslubudur. Eğer burjuvazi değilse, Kürtçe konuşup konuşulamayacağına kim karar verecek? TKP! Çünkü "Sosyalizm, Kürt emekçilerini yeni bir düzenin eşit kuruculuğuna çağırmaktadır. Bu çağrının sahibi Türkiye Komünist Partisidir". Bugün ortada sosyalizm var ve TKP'de somutlaşan bu sosyalizm Kürt halkına çağrıda bulunuyor! Ültimatom veriyor desek daha doğru olur.Türkiye'de bugüne dek sol hareketin çok büyük bir kesimi, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini, kendilerinden bağımsız bir özne olarak görmeyi kabul edememiştir. Kürt hareketi bunlara göre bağımsız olabilecek bir devrimci özne değil, kendi sözümona sosyalist ya da demokratik devrimlerine tâbi olması gereken bir nesnedir. Kürt hareketinin meşru bir hareket olarak anılabilmesi için yalnızca ulusal bir temele dayanması bu şovenistlere göre yeterli değildir. Sosyalist de olmak zorundadır. Bu nedenle de sorarlar, "Sosyalist Cumhuriyet'in eşit kuruculuğuna var mısınız"? Yoklarsa ne olacak? Bu durumda hiçbir hakları da yoktur, mu? Bizce esas sorulması gereken şudur: Ey "Türk komünistleri", "Kürtlerin kendilerine ait bağımsız bir devlet kurma hakları var mıdır?" Soru çok nettir. Kem küm etmeden, bu hakları vardır ve bu haklarını hangi yönde kullanacaklarına yalnızca kendileri karar verebilirler, diyebiliyor musunuz? Aksi takdirde, ne söylerseniz söyleyin boştur.Lenin, Rosa ile giriştiği tartışmada, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunurken, sorunu, boşanma hakkıyla benzeterek ifade etmişti bir keresinde. Biz aynı benzetmeyi, bu şovenistlerin önerisine uyarlayalım: Kadının biri kocasından yıllarca dayak yiyor, eziliyor, horlanıyor. Bu kadının boşanmaya hakkı var mıdır? Boşanma talebi meşru mudur? Şovenist çıkıp diyor ki, ondan boşanabilirsin ama benimle eşit bir temelde evlenmeyi kabul etmen koşuluyla! Peki diyor kadın, senden dayak yemeyeceğim ne malum. Cevap veriyor şovenist, olur mu öyle şey, sorun çözülecek, çünkü bunu ben söylüyorum!Bu benzetme çok mu abartılı oldu? Bakalım ne dediklerine: "TKP, sosyalist Türkiye'de ayrımcılık için tek bir neden olmayacağını ilan etmektedir". Burjuvazi de kapitalist Türkiye'de aynı iddiayı ilan etmektedir. Sorun ilan etmekle çözülmüyor. Bu "sosyalist" çözümün garantisi var mıdır? Vardır, bu çözüm bir hipotez değildir, çünkü "ortada bir Türkiye Komünist Partisi gerçeği vardır". (Komünist Gazetesi, sayı 108)Aynı yazıda şöyle devam ediliyor. "Peki, Türkiye Komünist Partisi genel bir sosyalizm çözümünden öte ne söylemektedir?" Bakmaya değer. 1) "TKP, Kürtler için yakın bir olasılık olan Irak'ta Kürt (veya Kürtlerin ağırlık taşıyacağı coğrafi) özerk/federe devletin temel anlamının ABD için 'serbest askeri bölge' olduğuna dikkat çekmektedir." Şuraya bakar mısınız! Kürt sorununun "genel bir sosyalizm çözümünden" öte özel birtakım tedbirleri beklerken, karşımıza çıka çıka Kürtlere verilen yeni bir uyarı, yeni bir ültimatom çıkıyor. Sakın ha Irak'ta bir Kürt oluşumuna destek vermeyin! Çünkü bu ABD için serbest askeri bölge demek olacaktır. Bu durumda "en büyük Kürt nüfusunun da yaşamakta olduğu Türkiye'nin kurtuluşu sadece zorlaşacaktır". Peki ya Türkiye'de yaşayan Kürtler, TC'den ayrılıp, Irak'tan kopartılarak oluşturulacak olası bir ABD denetimindeki Kürt devletine katılmayı isterlerse? Hayır, asla izin verilemez! Bu yaklaşım hangi kapıya çıkar? Türkiye'de yaşayan Kürtlerin toprakları yüzyıllardır Türk egemenlerinin sömürgesi durumundadır. Bu durum bugün de değişmemiştir. Benzer bir durum Irak'taki Kürtler için de geçerlidir. Onlar da Birinci Dünya Savaşına kadar Türklerin, ardından da Arapların boyunduruğu altında yaşamışlardır. Türklerin ya da Arapların boyunduruğu altında yaşamak, ABD'nin "ileri karakolu" olsa bile ayrı bir Kürt devletinde yaşamaktan daha mı iyidir? Ve her şeyden önce hangi seçeneğin daha iyi olduğuna kim karar verecektir? Türk veya Arap sosyal-şovenleri mi, yoksa Kürt halkının kendisi mi? Bu tür şovenistler açısından ABD'nin Irak'ı işgal etmesi bulunmaz nimet olmuştur. Nitekim bu sayede Kürtlerin mücadelesine dönük şovenist tutumlarını arkasına gizleyebilecekleri bir anti-Amerikancılık paravanını elde etmiş oluyorlar. Kürt sorununun Irak'taki gelişmeler temelinde nasıl bir boyut kazandığı anlamlı bir tartışma olacaktır kuşkusuz. Ancak ezilen ulusların mücadelesi ve onları bekleyen tehlikeler hakkında ahkâm kesmek Marksizm değildir. Lenin, komünistlerin her şeyden önce gelen görevini şöyle koymuştu:Ezen ülkelerin işçilerinin enternasyonalist eğitimi, zorunlu olarak, herşeyden önce, ezilen ülkelerin özgürlüğü ve ayrılması ilkesinin savunulmasını içermektedir. Yoksa, ortada enternasyonalizm diye bir şey kalmaz. Bu propagandayı yapmayan ezen bir ulusun sosyal-demokratını, emperyalist ve alçak saymak, hakkımız ve görevimizdir. Sosyalizmin gerçekleşmesinden önce ayrılma olasılığının binde-bir olması durumunda bile, bu istem, mutlak bir istemdir.[14]Demek ki, komünistlerin başkalarına akıl vermeden önce, Kürt sorunu karşısında en temel görevlerini, yani Kürtlerin özgürlüğünü ve bağımsızlık hakkını savunmayı ve bu temelde Türk milliyetçiliğine karşı savaşım görevlerini layıkıyla yerine getirmeleri beklenir. TKP, ezilen ulusun "özgürlüğü ve ayrılması ilkesinin savunulmasını" bu sorun konusundaki propagandasının merkezine oturtuyor mu? Hayır!2) "Türkiye'deki Kürt halkımız daha fazla yoksuldur. Ekonomik, kültürel, siyasal ayrımcılığa uğramıştır." Sorun ayrımcılıktan çok daha ötedir. Koskoca bir halk yıllardır boyunduruk altında tutulmakta, inkâr ve imha politikalarıyla ezilmeye, yok edilmeye çalışılmaktadır. En temel haklarından yoksun durumdadırlar. Kürt hareketinin kendi içinde sınıfsal ayrımların varolduğu, bu sınıfların söz konusu ayrımcılıktan farklı paylar aldığı, Kürt "ağa" ve patronlarının kendi sınıfsal çıkarları için Kürt emekçilerini her an satmaya hazır oldukları vb., Kürt devrimcileri açısından olmasa bile Marksistler açısından çırılçıplak bir gerçektir. Ne var ki bu gerçeğe işaret ederek Kürt hareketinin ancak sosyalistlerin önderliğinde gerçek bir toplumsal kurtuluşa ulaşabileceğini söylemek -bu doğru olsa bile- büyük Türk şovenizminin bayraktarlığına soyunan TKP'nin haddine düşmez. Bu gerçeğe işaret etmekle yetinerek, ulusal baskı olgusunu ve kendi kaderini tayin hakkını kısa devre etmeye çalışmak tastamam şovenist bir tutumdur. Ulusal sorunun çözümündeki temel ilke olan ulusların kendi kaderini tayin hakkından ne anlaşılması gerektiğini şöyle açıklıyordu Lenin: Bu, Marksistlerin programındaki "ulusların kendi kaderini tayin etmeleri" ilkesi, tarihsel ve iktisadi bakımdan, siyasal kaderini tayin etme, siyasal bağımsızlık, ulusal bir devletin kurulmasından başka bir anlama gelmez demektir. [15]TKP ya ulusal sorunun ne olduğunu bilmiyor ya da biliyor ama çarpıtıyor.3) "TKP, sosyalist Türkiye'de ayrımcılık için tek bir neden olmayacağını ilan etmektedir. Bu sorunun çözümü süreç işi falan değil, yalnızca bir kalemliktir." TKP ilan ettiği için güvenmekten başka yapacak şey kalmıyor. Bu bir kalemlik çözümün basitçe ne olduğu ise söylenmiyor. Lenin uzun yıllar "kapitalist düzende ulusal sorunun çözümü olanaksızdır, sosyalist düzende ise gereksizdir" yaklaşımıyla savaşmıştı. 1917 Ekiminde bile kalkıp, Rusya'da yaşayan halklara "Sosyalist Cumhuriyet"i kurmaya var mısınız demedi. Tam tersine, 1917 Ekim devriminde, iktidarı tümüyle üstüne aldığını ilan eden Sovyet'in 1 numaralı bildirisini kaleme alan Lenin, Çarlık Rusya'sı dahilinde yaşayan tüm uluslara kendi kaderlerini tayin hakkının tanındığını belirtmişti. Ve böylelikle gerçekten de "bir kalemde" ulusal sorun çözülmüştür. Bu karar sonucunda Finlandiya, Polonya gibi ülkeler kendi bağımsızlıklarını ilan ederek ayrıldılar. Buna mukabil, yine bağımsızlıklarını ilan eden diğer bir grup uluslar ise (Azeriler, Gürcüler, Ermeniler, Ukraynalılar, Özbekler, Kırgızlar, Kazaklar, Belaruslar vb.) kendi bağımsız kararlarıyla Rusya'yla bir federasyon oluşturdular. Bir başka deyişle önce bağımsız, özgür ve diğerleriyle eşit bir ulus haline gelip sonra federatif bir birliğin "eşit kurucuları" haline geldiler. Finlandiya ve Polonya bu federasyona katılmak istemedi, kimse de onları zorlamadı! TKP'nin bir kalemde vaat ettiği çözümün bu olmadığını biliyoruz. Sosyalist iktidarlarının "birinci gününde" uygulayacaklarını ilan ettikleri "Komünist Kararname"de Kürt sözcüğü bir kez bile geçmediği gibi Kürt sorununa yorulabilecek son maddede; "Ülkemizde yaşayan bütün halklar arasında kalıcı bir kardeşlik kurulacak, halkların iktisadi, siyasi ve kültürel olarak eşit ve özgür bir yaşamı paylaşması sağlanacaktır" deniliyor. Aynı boş vaatler. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı nerede?4) TKP'nin "çözümü" mümkündür, "çünkü Türkçe konuşan işçinin Kürtçe konuşan kardeşini aşağılamak için -hele birlikte sömürü düzeninin üzerine yürüdüklerinde- herhangi bir gerekçesi yoktur." "Türkçe konuşan işçi"nin "Kürtçe konuşan kardeşi"ni aşağılaması için gerçekten de hakiki bir sebep yoktur. Ancak sorun şu ki, uzun yılların getirdiği büyük ulus şovenizminin etkileri hakim burjuva ideolojisi nedeniyle ezen ulus işçi sınıfının içine de sızmıştır. Dolayısıyla ortalama bir ezen ulus işçisi, bundan hiçbir gerçek çıkarı olmadığı halde ezilen ulusa mensup sınıf kardeşi karşısında kendini daha üstün ve ayrıcalıklı görme eğilimindedir. Öte yandan karşı taraf da bu aşağılanmayı her yönüyle hisseder, yaşar. Bu yüzyılların birikimidir. İşte bu sebeple ezen ulus işçisinin temelsiz önyargılarını kırmak ve ezilen ulus işçisinin de haklı güvensizliğini aşabilmek için, baskının bu özel biçimine karşı özel önlemlerin alınması gerekir. Yoksa onun kısa devreye getirilmesi değil. Bu güvensizlik aşılmadığı sürece işçi sınıfının gerçek birliğinin sağlanması, yani proletarya enternasyonalizmi ilkesinin hayata geçmesi mümkün olamaz. Ulusal sorunun çözümü gerçekten de bir kalemliktir. Ancak ulusal husumetlerin yok edilmesi, önyargıların kırılması, böbürlenmenin sona ermesi için bilinçli bir müdahaleyi, ek tedbirleri gerektiren bir mücadele yürütülmelidir. Tastamam da bu yüzden, Lenin, bu tür önlemlerin düşünülmesi ve her alanda bir ayrımcılığın gözetilmesi gerektiğini belirtir. Ama bu kez geçmişin ezilen ulusları lehine, ezen uluslarının aleyhine olan bir ayrımcılık. Yani pozitif bir ayrımcılık! Lenin bu ilkeyi, ilginçtir, Ekim devriminden önce değil sonra geliştirdi. Çünkü Çarlığın eski uluslar hapishanesinin mahkûmları artık serbest de olsalar, yılların damgası hem onların, hem de onları içeri tıkanların üzerinden bir çırpıda silinemezdi. İç savaşta işçi devletinin aldığı darbelerle birlikte bürokrasinin giderek artan yükselişi, eski şovenist pisliğin yeniden dirilişinin de ifadesiydi. Bağımsızlıklarını elde ettikten sonra, Sovyet Cumhuriyetleri Federasyonu olarak bir araya gelmiş olan çeşitli ulusların önünde bu birliği gerçek bir birliğe dönüştürme süreci yatıyordu. Ve Lenin bu sürecin zorlanmaması, yapay olarak hızlandırılmaması doğrultusunda uyarılarını kesintisiz sürdürdü. Ona göre gerçek birliğe giden bir yol bal gibi ayrılıktan geçebilirdi. Ve Federasyon biçimi belli bir dönem boyunca oldukça uygun bir biçimdi. Ne var ki, Lenin'in deyişiyle "büyük Rus zorbası", "nasyonalist sosyalist" Stalin'in planları farklı idi. Hasta yatağında şöyle yazıyordu Lenin:Ulusal sorun konusundaki yazılarımda, milliyetçilik sorununun genel bir soyutlama içinde sunulmasının hiç yararı olmayacağını belirtmiştim. Ezen ulusla ezilen ulusun milliyetçiliği, büyük ulusla küçük ulusun milliyetçiliği arasında kesin ayrım yapılması gereklidir.İkinci tür milliyetçilik açısından, büyük bir ulusun vatandaşları olan bizler, tarihsel oluşum içinde sayısız şiddet olayları nedeniyle hemen her zaman suçlu olmuşuzdur...İşte bu nedenle ezenler ya da (ancak şiddetlerinde büyük, zorbalıklarında büyük oldukları halde) "büyük" ulus diye tanımlanan uluslar açısından enternasyonalizm, sadece uluslar arasında biçimsel eşitliğin sağlanması değil, uygulamada nasılsa ortaya çıkacak eşitsizliği dengeleyecek ölçüde büyük ulus aleyhine eşitsizliğin sağlanması demek olmalıdır. Bunu anlamayanlar, ulusal sorun konusunda gerçek proleter tutumu kavramamışlardır. Bunlar bakış açılarında henüz küçük-burjuvadırlar ve bu nedenle de burjuva görüş açısına düşmeleri kaçınılmazdır.[16]Bayrak gibi, milli marş gibi eski milliyetçi sembollerin sökülüp atılması, resmi bir devlet dilinin ortadan kaldırılması, eğitimin her ulusun kendi dilinde yapılacak olması vb. tedbirler bile yeterli olmayabilirdi. Geçmişin ezilen uluslarına, geçmişin ezen uluslarıyla arayı kapatması için pozitif bir ayrımcılık uygulanmazsa, yani kantarı onlardan yana büken ek siyasi, idari, hukuki, kültürel fırsatlar yaratılmazsa, ulusların gerçek eşitliğinin asla sağlanamayacağını belirtir Lenin ve ekler: gerçek eşitliğe giden yol eşitsizlikten geçer. Lenin'in anlayışı buydu. Lenin'in ölümünden sonra iktidarı ele geçiren bürokrasinin lideri Stalin'in anlayışını özetlemek bile gerekmez, TKP'nin anlayışına bakılması yeterlidir.5) "Kürt yoksulunun kendi göbeğini kendisinin kesmesi denenmiş ve sonuç vermemiştir. Bütün biçimleriyle 'kendi göbeğini kesme' yolları, Kürt kitleler açısından çekici bir seçenek olmaktan da çıkmıştır." Bir başka deyişle, Kürtlere Kürt olmayan bir kurtarıcı gerekiyor. O da TKP'dir.Evet, genel sosyalizm çözümünün "ötesinde" söylenenler bunlar. Koca bir hiçten ibaret. Türkiye "Komünist" Partisi, Kürtlere sosyalist Türkiye'nin eşit kuruculuğunu öneriyor. Ve bunu yaparken, kendi adındaki Türkiye sözcüğünden kurtulmayı gerekli görmemesini bir tarafa bırakalım, kuracağı "sosyalist ülke"nin de adı yine Türkiye olacaktır. Ve Kürtler bu "Türk"iye'nin yani "Türk ülkesi"nin eşit kurucusu olmayı kabul edeceklerdir. İnsaf! Tek ülkede sosyalizm anlayışını savunanların milliyetçiliği, TC'nin ay-yıldızlı bayrağının sol üst köşesine bir orak-çekiç (ya da belki bir çark-çekiç) iliştirme "onuru"nu Kürtlere bahşediyor. Lütfettiniz!Ulusal hareketler sosyalist olabilir mi, olmak zorunda mı?Ulusal bağımsızlık sorunu, özünde, bir burjuva demokratik sorundur. Ulusal kurtuluş hareketlerinin hedefi siyasal bağımsızlığını kazanmış bir ulus-devletin kurulmasıyla sınırlıdır. Bir başka ulusun tahakkümü altında yaşayan bir ulusun, kendi bağımsız devletini kurma istemi, meşru bir istemdir. Bu istemin hayata geçmesi ve bağımsız bir ulus-devletin kurulmasıyla birlikte, artık ezilen ulus sorununun hâlâ devam ettiğinden söz etmek mantıksız hale gelir. Bu noktadan itibaren ezen ulus-ezilen ulus ayrımıyla birlikte, büyük ulus-küçük ulus ayrımı da ortadan kalkar. Ama bugün Türk solunda hâlâ yaygın bir biçimde TC'nin ABD karşısında bir ulusal bağımsızlık sorununun var olduğundan dem vuruluyor. Nitekim A. Güler'in 1960'ların ve 70'lerin "bağımsızlık" anlayışını değerlendiren şu satırları da bunun ifadesi: İz bırakan siyasal girdi ise 1960'lara aittir. Türkiye solu o dönem, bağımsızlık ve ulusal değerler üzerinde tekel oluşturabileceğini kanıtladı ve kendisi de gördü. 1960'ların pratiği sonraki kuşaklar için bir özgüven kaynağı olmalı ve laboratuar incelemelerine tabi tutulmalıdır. … Ancak 1960'ların bitiminde Türkiye solunda devrimcileşme süreci ile bağımsızlık temasının terk edilmesi, şaşırtıcı bir paralellik gösterir. Dolayısıyla 1970'ler de bir o kadar incelenmeyi hak etmektedir. Türkiye solunun kitlesel toyluk yıllarıdır bunlar. Sınıf gerçeğini öğrenen kuşaklar, ulusal değerler ve yurtseverlik başlığının üzerine bir çizik atabilmişlerdir. … Türkiye'de sol, bağımsızlık problematiğinde uzun süre söz sahibi olmamıştır.[17]Ancak iş Kürt hareketine geldiğinde durum değişiyor. Ezen ulusun "sosyalistleri" kendilerine hak gördükleri ulusal bağımsızlığı, ezilen ulus olan Kürtlere reva görmemekteler. TKP de bundan muaf değildir:Yanlış yolun son yolcusu Kürt dinamiğidir. Kürt dinamiği ulusallık ile ufkunu sınırlı tuttuğu sürece, burjuva düzenin paranoyasını yalnızca kaşıyacak ve toplumun bütününe ikna edici bir seslenme düzeneği kurgulayamayacaktır.[18]Şu "komünist"lere bakın ki, ayrılma hakkını Kürtlerin en demokratik hakkı olarak görmüyor; tersine, Türk burjuvazinin paranoyasını azdıracağı ve Türk toplumunun bütününü ikna edemeyeceği gerekçesiyle bu haktan vazgeçilmesini salık veriyorlar Kürtlere.Ama işin yalnızca TKP gibi açık şovenistlerle ilişkili olmayan tarafları da var. O da ulusal hareketlere karşı bir "sol" burun bükmedir. Önce bu tür hareketlere sol-sosyalist misyonlar yüklenir, ardından da bu misyonu oynamadıkları için gerici, milliyetçi ve hatta hain ilan edilirler. Oysa ulusal hareketler adı üstünde ulusal sorun temelinde gelişirler. Gelişen bir ezilen ulus hareketinde, bu harekete ezilen ulusun proletaryası damgasını vurmadığı sürece, söz konusu hareket ezilen ulus burjuvazisinin güdümüne girmekten kurtulamayacaktır. SSCB'nin varlığı koşullarında kimi küçük-burjuva devrimci önderliklerin bu iki temel sınıftan da bağımsız hareket edip, ulusal bir devrimi, devletçi bir ekonomik temel üzerinde yükselen ulusal bir devletin kuruluşuyla noktaladıklarını biliyoruz. Ayrıca bu ulusal devletlerin, Stalin döneminde oluşan, baştan aşağıya bürokratik-despotik SSCB'nin birer kopyası olduklarını da biliyoruz. Ne var ki bu temel koşulun (SSCB'nin varlığı) ortada olmadığı bugünün dünyasında yukarıdaki ikilem değişmeksizin kalır. İşin aslında Lenin'in analizleri de tastamam bu iki yolun farkında olunarak yapılmıştır. Ulusal hareketler, proletaryanın önderliğinde yürütülmediği sürece, dardırlar, ulusal sınırların ötesine geçemezler. Bunlar doğru. Ama bu doğru, söz konusu ulusal hareketlerin meşruluğuna halel getirmez. Ezilen ulusun hareketini meşru saymak ve onun bağımsızlık hakkını kabul etmek için bu hareketin sosyalist olması hiçbir şekilde gerekmez. Tersine bu hakkı kabul etmeyen bir ezen ulus sosyalisti, gerçek bir sosyalist değil, Lenin'in deyimiyle, bir "emperyalist ve alçak" sayılmayı hak eden biridir.Bizler, genel olarak ulusal hareketlerin, özelde ise Kürt ulusal hareketinin dar sınırlarının bütünüyle farkında olarak diyoruz ki, bu hareket meşrudur. Tarihsel ve mantıksal olarak gidebileceği en ileri nokta, emperyalizm çağında siyasal bağımsızlık ne kadar mümkünse ancak o kadar bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasıdır. Ve bu talep, "Türk" işçi sınıfı tarafından haklı bir talep olarak kabul edilmelidir. Kürt hareketini böylesi bir burjuva ulus-devlet hedefinden daha öteye taşımak, Kürt "yurtseverleri"nin değil, en başta "Kürt" komünistleri olmak üzere tüm komünistlerin görevidir. Bu görevi yerine getirebilmek için Kürt halkının bağımsızlık talebinin meşru olduğunu anlatmaya ve bu temelde her türlü ezen-egemen ulus milliyetçiliğine karşı kararlı bir mücadele vermeye devam edeceğiz.Sınıfın öncüsünün enternasyonalist eğitimi acil ve güncel görevdirSınıf mücadelesinin geriye çekildiği gericilik dönemlerinde, geniş işçi kitlelerine ve topluma hakim olan özünde burjuva ideolojisidir. Egemen fikirler egemen sınıfın fikirleridir. Bu fikirler kitlelerin zihninde ideolojik bir bilinç çarpılmasına yol açmakla kalmaz, burjuvazi hakim toplumsal ilişkilerden dolayı bunu yeniden ve yeniden üretir. Fakat komünistler her dönemde, burjuva ideolojisine karşı bıkmadan usanmadan mücadele ederler. Komünistler geniş işçi kitleleri gibi kendilerini burjuvazinin ideolojik hegemonyasına teslim edemezler. Bu noktada daha tehlikeli olan, burjuva temeli çok açık olan saldırılar değil, küçük-burjuva devrimci anlayışların kızıla boyayıp Marksizm sosuna batırarak sundukları burjuva fikirlerdir. Bu tür küçük-burjuva devrimci akımlar kendi sınıf temellerinden ötürü bir yandan açıkça proleter sosyalizmine karşı çıkarlarken, bir yandan da kimi zaman farkında bile olmaksızın burjuva ideolojisinin taşıyıcılığını yaparlar. Toplumun verili bilincini, değiştirilmesi gereken gerçekliğin kendisi olarak değil, ya tapınacakları değişmez bir durum olarak ele alırlar ya da hepten inkâr edip görmezden gelirler. Kapitalist dünya ekonomisi derin bir bunalımdan geçiyor. Bu bunalımın askeri ifadesi olan emperyalist savaşlar önümüzdeki süreçte çok daha yaygın hale gelecek bir tehdit olarak önümüzde duruyor. Ne var ki, bu sürecin en belirleyici faktörü işçi sınıfı olacaktır. Bu bunalım bir yandan da dünya işçi sınıfını her geçen gün mücadele sahnesine itiyor. Yeni bir yükselişin olanakları gitgide belirginleşiyor. Fakat insanlığa yeni kurtuluş olanakları sunacak tarihi bir döneme girilmiş olunsa da, bu koşulları değerlendirecek ve devrimci proletaryanın insanlığı kurtuluşa götürmesinde ona önderlik etmeye muktedir bir Enternasyonal hâlâ ne yazık ki oluşturulabilmiş değildir. Bu gerçekten hareketle önüne böylesi bir dünya partisinin yaratılmasını değil de, kendi dar ulusal sınırlarına odaklanmayı koyan anlayışlar eninde sonunda iflâs etmeye mahkûmdurlar. Emperyalist rekabetin son derece kızıştığı, ve paylaşım savaşlarının hiç de uzak bir ihtimal olmadığı böylesi dönemlerde, işçi sınıfının bilincinin özellikle milliyetçiliğin her türüne karşı uyanık tutulması, sınıfın enternasyonalist eğitiminin başa çekilmesi daha da önemli bir görev haline geliyor. Bu görev, sınıfın yalnızca uzun vadeli çıkarları açısından değil, acil çıkarları açısından da kendisini dayatmaktadır. Nitekim, 20. yüzyılın iki büyük emperyalist savaşında da, burjuvazi işçi sınıfını devrim yolundan saptırabilmek için yurtseverlik, milliyetçilik, ulusal özgürlük ve bağımsızlık kavramlarını kullandı. İster topyekûn ister bölgesel düzeyde patlak verecek yeni savaşlarda da aynı temalar yoğun bir biçimde kullanılacaktır. Hal böyleyken, hele Türkiye gibi uzun yıllardır Kürt halkına karşı bir imha savaşının yürütüldüğü topraklarda mücadele eden komünistlerin, en ırkçısından en sulandırılmışına kadar her türlü milliyetçiliğe karşı amansız bir kavga vermesi zorunludur. Bunu yapmayanların kendisine komünist demeye hakkı yoktur. Akın erensoy- Marksist tutum

Agri Isyani 2

Zeylan Bölgesi:Eşkıya, Seyit Resul idaresinde 400 kişi kadar tahmin edilmekte olup Zeylan deresi içinde Şurik-Su Souk-Kadir Asker-Münevver-Sivik-Ağı-Dedeli-Şeytan Ava köyleri ile çevrili olan saha dahilinde bulunmaktadır. Bu köyler ve saha dahilindeki diğer bütün köylü eşkıya ile beraberdirler.Çaldıran Bölgesinde:iran'dan hududumuz dahiline giren Yusuf Abdal idaresinde miktarı henüz anlaşılamayan bir eşkıya grubu da Aşağı Çilli-Şeyh Rumi-Alikelle-Haçan-Kaymaz-Şeyh Sucu köyleri ile çevrili olan sahada bulunmaktadır. Bu bölgenin kuzeyinde ve hudutla Tendürük arasındaki sahada Halikânlı Halit ve Melikânlı Tozu'nun bulunduğu anlaşılmıştır. Bu şakilerin, Zeylan ve Patnos civarındaki eşkıyayı gereğinde himaye maksadı ile hududumuz dahiline girmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir."Direnişçilerin durumu bu şekilde verildikten, ilgili kıtaların ne şekilde hareket edecekleri geniş bir şekilde ifade edildikten sonra; ^ Güvenlik tedbirlerine dikkat edilerek baskınlardan korunulması ve son nefese kadar eşkıya üzerine saldırmak fikrinin her Türk askeri için bir gaye olduğunun herkesçe bilinmesi ve en küçük bir başarısızlığa kesin olarak meydan verilmemesi, gaflet ve tedbirsizlik yüzünden vaki olacak darbelerin büyük sorumluluğu hatırdan çıkanlmayarak bütün ilgililerin son derece dikkatli davranmaları Genelkurmay Başkanı Paşa hazretlerinin özel emirleri olup arkadaşlara önemle bildiririm.Eşkıya çok uzak mesafelerden ateş ederek kaçmaktadır. En ilkel bir harp değerinden yoksundur. Yalnız gafil kıtaları yan ve gerilerinden pusu ve baskınlara uğratarak bir şey elde etmek ga-yesindedir. Dikkatli en küçük bir kıtamızın karşısında sürülerle eşkıyanın bozguna uğradığı denenmiştir. Ayaklanma sahasındaki köylerden, ayaklananlara katılmış olanların tamamı yakılacaktır. Ele diri eşkıya geçirmek, özellikle reislerini yakalamak son derece önemlidir ve Mareşal Hazretleri diri eşkıya yakalanmasını irade buyurmuşlardır./Askerin yağma ve talandan kesinlikle men edilmesini ve buna karşı gösterilecek gevşekliğin büyük tehlike ve sorumluluğunu bütün ilgililere hatırlatırım."9. Kolordu hazırladığı harekat planını pek çok komutanlık ve genel kurmaya bildirir."Genelkurmay Başkanlığı aynı gün (2 Temmuz 1930) 9. Kolorduya verdiği cevabî emrinde:"Kolordunun 4 Temmuzda yapacağı imha hareketinin yapılış tarzı «/hakkındaki düşüncelerine katılırım.Yaşar Bey Müfrezesinin takdire değer olan hareketi ve hava kıtlalarımızın parlak başarıları komutanız altında yapılacak harekâtın çok yüksek semerelere ve fırsat bekleyen düşmanlanmıza Türk süngüsünün her an ezici bir kuvvet olduğu,hissini vereceğinden şüphem yoktur.Bir daha tekrarlanmayacak biçimde yapılacağına şüphe etmediğim harekâtınızda başarılar diler, bütün arkadaşlann gözlerinden öperim" demekte idi."Evet genelkurmay "Türk süngüsünün ezici bir kuvvet olduğu hissini verin " demekteydi. Bunun ne anlama geldiği birkaç gün içinde ortaya çıktı. 50 ye yakın köyün 15.000 in üzerinde insanı katledildi. "9. Kolordu bir yandan 4 Temmuzda başlaması kararlaştırılan harekâtın hazırlıklan ile uğraşmakta, bir yandan da yer yer vaki olaylar dolayısıyla bölgesinde tenkil ve takip hareketlerini devam ettirmekte idi.2 Temmuz 1930'da, Kolordu bölgesinde şu hareket ve faaliyetler olmakta idi:"Kaymaz, Haçan, Kölesor, Çilli ve Osmanlı köyleri havadan bombalanmış;Patnos bölgesinde ayaklananlara katılan köyler bomba ve makineli tüfek ateşi altına alınmış;Beyazıt Ağa'nın 4 km. güneyinde 2190 rakımlı tepe ve bunun 8 km. güneyindeki 2280 rakımlı tepeler, cepheleri Beyazıt Ağa'ya dönük olmak üzere 100 kadar asi tarafından tutulmuş;Muradiye'nin 10 km. doğusunda 3020 rakımlı tepe batı yamaçlarında takriben 200 kadar atlı ve yaya asi kuvvet Muradiye'deki süvari kıtalarımızla müsademe etmekte olup Muradiye'deki batarya asiler üzerine ateş etmekte;Henüz Ernis'e gelmiş bulunan 62. Alayın 2. Taburundan iki piyade bölüğü ile bir makineli tüfek takımının 40. Süvari Alayını takviye etmek üzere Muradiye'ye gönderilmesi ve Ernis ile Erciş'in eldeki kuvvetlerle karış karış savunulması, 40. Süvari Alayının her halde Muradiye'yi savunması ve Ernis'ten gönderilen takviye kıtaları geldikten sonra karşısındaki asilere taarruz etmek üzere hazırlanması, 7. Kolordu aracılığı ile bu birliklere emredilmiş;Erciş'in kuzeyindeki Zurnake tepesi ile Erciş'in batısındaki sırtları işgal eden yaklaşık olarak 250 kadar asi ile Erciş'teki kıtalarımız arasında müsademe devam etmekte."Buradan Süphandağı eteklerine geçen direnişçilerin üzerine çok sayıda Asker sevk edilir. Suphandağı’nda kuşatılırlar. Kuşatma daraldıkça dağın tepesine çekilen direnişçilerle askerler arasında pek çok çatışma olur. Pek çok asker öldürülür. Yıllar sonra Nadir bey bu çatışmalarda öldürülen iki askerin katili olmakla Kayseri’de yargılanıp, 5 yıl hapis yatacaktır. Süphandağ’ın da mahsur kalan direnişçiler bir gece yoğun gelmişlerdir.çatışmalardan sonra kuşatmayı yarıp Aladağa oradan da İran’ın yekmal köyüne geçerler. Bu arada Mehmet bey ve beraberindekiler de daha önceden buraya geçmişlerdi.Erciş kuşatmasından sonra Zilan mıntıkasına geçen Seyit Resul ve mahiyetindekiler Zilan deresinden iran'a geçerler Ve savaştan çekilirler. Emin Pasanın çocukları Ebubekir, Osman ve ibrahim'de aileleriyle birlikte Zilan deresinden Ağrıdağı’ na geçmek isterlerken yolda Keskoi Asireti’nin saldırısına uğrarlar. Keskoiler erkekleri öldürür. Kadın ve çocukların üstünde ne varsa alıp son derece perişan bir şekilde bırakırlar. Keskoilerin baskınında öldürülen Osman’ın iki küçük çocuğu da öldürülür. Karadesleri Burhan, Ömer ve öldürülen Osman'ının eşi (Emin Paşa'nın kardeşi Abdullah Bey'in kızı.) Vahide ve diğer kadınlar perişan bir şekilde îran'ın Yekmal köyüne geçerler.Katliamda herkesin hedef alınması direnişçilerin eş ve çocukları ile götürebildikleri kadar eşya ve hay-vanlarını da yanlarına alıp kaçırmaya mecbur bıraktı. Çünkü askerler bölgede kim varsa öldürüyor, onlara ait ne varsa yakıp yıkıyor ya da el koyuyorlardı. Ailele-riyle birlikte dağlara çekilen direnişçilere, Keskoiler askerlerin önüne düşerek baskın düzenliyor, Yakaladık-larını öldürüyor. Mallarını talan ediyorlardı. Bu nedenle direnişçilerin Ağrı’ya ulaşmaları zor olduğundan Iran sınırına doğru gidip iran'da ki Celali yaylalarına sığınıyorlardı. Bunlardan biri de evi Erciş'te olan Seyit Resulun amcasının oğlu seyit Abdulvehap Berzenci idi. O da çoluk çocuğunu keskoi ve askerlerin önünden kaçırarak İran'a geçti.Ağrı’da Çatışmalar sürerken; Türkiye, İran'la yaptığı görüşmelerden sonuç almış, İran'da Kürtlere karşı tutumunu değiştirmişti. Kalleşlik ve kaypaklığı geleneksel politika olarak sürdüren İran daha önce Topraklarına kabul ettiği Usıbe Abdal Ağa’yı tutuklamak için pek çok komploya baş vurmuş fakat başaramamıştı, Usıb Ağa'ya karşı bu girişimleri sonuçsuz kalınca, bu sefer akrabası ve Hoybun Üyesi Burhan'e Emin Paşa ile ilişkiye geçip yardım için görüşme vaadiyle Usıb Ağa‘yı ele geçirmeyi denedi .,Burhan Bey, tüm Ağrı direnişçileri ve Xoybun gibi, İran'ın dost olduğuna inanıyordu. Usıbe Avdal Ağa'yı ısrarla iranlı yetkililerle görüşmeye ikna etti. Usıb bey istemeyerek, İran yetkilileriyle görüşmeye gitti. Çünkü, daha bir kaç yıl önce İran Şeyh Said İsyanından kaçan dire-nişçilerin çoğunu öldürmüş, geriye kalanları da tutuklamıştı. Bu nedenle İran'a güvenilemezdi. Fakat, gerek Hoybun gerekse Bur han Bey İran'ın dost olduğuna, Kürtlerin ariyan ailesinin bir ferdi olması ve Türkiye'nin Azerbaycan'la ilgili hesapları nedeniyle iran'ın direnişe destek verdiğini düşünüyorlardı. Fakat İran onları günlerdir süren pazarlıklar sonucunda satmıştı. Usıb Ağa direnişin en önemli şahsiyetlerindendi. Tutuklanmasıyla direniş çok büyük darbe yedi. Tutuklanması için T.C. yetkililerinden ve basından İran’ a büyük baskı yapıldı. Bu çabalar Tutuklanmasını sağladı. Usıb Bey Qeleni'de görüşmeye gitti ve tutuklandı. Daha sonra Qeleni'den Tebriz hapishanesine gönderilen Usıb Bey burada Kıskulu bir şekilde öldü."Eşkiya reislerinden Kör Hüseyin'in(paşa) damadı Yusuf Abdal, alınan inanılır habere göre., tekrar İran'a geçmiştir. Emir Leşker, Yusuf Abdal'ı ve Hal it Ağa'yi Tebriz'e götürmek istemiştir. Kızıldize karsısında çadır kuran Tozon'un adamlarıyla, Halit Ağa arasında çelişki çıkmış ve taraflar birbirlerini öldürmeye başlamıslarsa da İran'ın hudut subayı aralarına girerek barıştırmıştır. Bunların maksadı Kızıld izeyi zorlayarak Ağrı tarikini durdurmakmış."İl bölgesinde Hul hula civarında, halen bize düşman olmayan Halikanlı Halit aşiretinin 800 kadar çadırı bulunmaktadır. "Trabzon, (Hususi Muhabirimizden)"Halikanlı aşireti aslen Türktür. Ve diğer aşiretlere nisbeten çok kalabalıktır. Bu aşirete mensup ikinci kafile de hayvanlarla birlikte Trabzon civarına gelmiştir. Kafile Trabzon ile Maçka arasında vapur beklemektedir. Halikan Aşireti efradı uyanık, gürbüz çalışkandırlar. İskan edildikleri yere faideli bir unsur olacakları şüphesizdir."Görüldüğü gibi, daha birkaç gün önce düşman bildikleri Halikanlılar birden bire Türkleşiyor. Çalışkan ve gürbüzleşi-veriyorlar. İskan edilecekleri yerlere de faydalı olacaklarına kuşku duyulmuyor. Usıb Bey’ in tutuklanmasıyla İran güçleri Kürt. dirnişçilerinin sığındığı köylere saldırıya geçti. Bu saldırılarla direnişçiler aileleriyle Ağrı Dağı'na sığındılar. Bu arada Usıb Bey daha tutuklanmadan Nadir Bey onun yiğeni Zerif Hatun'la evlenmişti. Zilan' dan çekilirken Keskoi'ler tarafından öldürülen Emin Paşa’nın oğlu Osman'ın dul eşi Vahide Hatunla da Mehmet bey nikahlanmıştı.Zilan direnişçilerinin Ağrı'ya sığınmalarıyla dağda çok büyük sıkıntılar yaşandı. Çünkü direnişçiler beraberlerinde katliamdan kurtardıkları ailelerinide getirmişlerdi, İhsan Nuri o günleri şu şekilde anlatıyor."Zilan1ılar Ağrı'ya geldikten sonra, Ağrı, kadın ve çocuklarla doldu. Bu nedenle, yiyecek bakımından çok sıkıntıya düştük."Bu durum ayrıca direnişçilerin manevra kabiliyetlerini de etkiliyordu.Garo Sosoni bu durumu şöyle anlatıyor;"Genel Taarruza rağmen Eylülün 2 sinden 15 ine kadar Türk Ordusu çok zor bir cephe harbi vermeye mecbur oldu.Ararat Cesurane bir şekilde Eylül 25’e kadar direndi. Her türlü irtibattan yoksun olan Ararat liderleri,, savaşa devam etmek için zorulu olarak iki ayrı sorunu düşünmeye başladılar. İlki her türlü erzak ve yiyecek darlığı idi. Çünkü askerlerden başka çok sayıda ki, sivil halkı da beslemek imkansız bir duruma gelmişti, ikincisi ise cephane ve teçhizat darlığı idi.Ararat liderleri önce sivil halkı kurtarma ve sonra da oradaki güçleri başk a dağlık bölgelere nakl edip , savaşı oralarda devam ettirme çarelerini aramaya başladılar.İhsan Nuri ve bir kısım liderler bu planı uygulama taraftarı iken, en büyük lider ve Araratlı Bıro'ye Heske Telli buna karşı çıktı. Heske Telli şu teklifi sunuyordu. Bütün kadınlar , güçsüz ihtiyarlar ve çocuklar kılıçtan geçirilsin ki , arkasında ki bütün köprüleri yakmış olan devrimci güçler son neferinin , son nefesine kadar savaşsınlar. Ve bir devrimci gadarlığı içinde Heske Telli bu planı ilk önce kendi aile ve akrabalarına uygulayarak, Ararat tepelerinde bir trajedinin manzarasını ortaya serdi,, Bütün nüfuslu liderler ve Şeyh'l er yaşlı gözlerle, Ararat aslanından bu ümitsiz kırıma son vermesini rica ediyorlardı. Heske Teli'y i yumuşatmaya muvaffak olduklarında zaten 10 kadar günahsız Kürt, bağımsızlık ocağının alevlerine kurban gitmişti,, Bu gaddar plan uygulanamadı." O günlerdeki uçak saldırılarını ihsan Nuri şöyle anlatıyor:"Düşman uçakları sık sık Ağrı semalarında uçuyor ve Ağrı'lılara bomba yağdırıyorlardı.Bazen savaşçılarımız, bazılarını düşülüyorlardı. Türkler uçağın düştüğü yere artık uğranıyorlardı. Bunlardan bir tanesi uçaksavarlarımızdan kurtulmak için fazla yükseldi. Ağrı'nın üst noktasına kadar yükselmişti. Ağrı'nın buna tahammül etmesi mümkün değildi! Çünkü bugüne kadar Ağrı, zirvesini insanoğlundan saklamıştı. Bu nedenle uçağın bu kadar yükselmesi onun zoruna gidiyordu. Ağrı, çocuklarının düşmanının bu kadar cesur olması ve 'yüksekten uçarak zirvesini görmesini kabul edemezdi! Ağrı (bir hava boşluğu) uçağı Aralık bölgesinde yere düşürdü.Artık yayladan inmenin zamanı gelmişti.'Yayladakilerden bazıları aşağı indiler. Hüseyin Paşanın oğlu Nadir kendi süvarileri ile Ağrı'dan çıkarak yiyeyecek temin etmeye gitti. Burada şunu belirtmeyi gerekli gördüm: HÜSEYİN PAŞA’NIN ÇOCUKLARI BABALARININ OLUMSUZLUKLARINI, KÜRTLERİN BAĞIMSIZLIĞI UĞRUNA BÜYÜK FEDEKARLIKLAR YAPARAK TELAFİ ETTİLER. TÜM ULUSUN İÇİNDE İTİBARLARI ARTTI VE SEVİLDİLER.. AYRICA HÜSEYİN PAŞANIN TÜM HATALARAINA RAĞMEN KÜRT PEŞMERGELERİNE KATILMAK İSTERKEN İSTERKEN, HACI MUSA BEYİN YURTSEVER BABASININ ADINA LAYIK OLMAYAN OĞLU MEDENİ TARAFINDAN KALLEŞÇE ÖLDÜRÜLMESİ, BÜTÜNYURTSEVERLERİ MÜTEESSİR KILMIŞTI.ı. "Çarpişmalar Ağridağina kayiyor:ZiLan ve Supha n dağın da ki direnişçiler çekilip İran'a doğru giderlerken, Ağrı dağı’ nda çatışmalar ve askeri yığınak devam etmekteydi.,Ağrı Dağında direnişçiler sayıca az olmalarına karşı çok sayıda ki T.C. kuvvetlerine karşı geniş bir alanda mücadele sürdürüyorlardı. Sayıca az olmaları birkaç yere birden saldırmalarına engel oluyordu. Burna Sor tepesine yerleştirilen top gidiş gelişleri için tehlikeliydi. Burna Sor’daki topu ele geçirip, namlusunu askeri güçlerin üzerine çevirmek için, Akşamdan burna Sor ve Buruna Reşe saldırıyı planladılar." Sabah her iki tepeye saldırı başladı. Hava henüz iyice aydınlanmamıstı, Buruna reş tepesinden silah sesleri yükseldiği zaman, Bunesor’da ki kumandan, Beyazıt'a telefon ederek rapor verdi. Telefonda Burna reş'te çatışmanın başladığını söylüyordu. Fakat Kürtlerin kendilerinin de etrafını sardığını ve telefondaki konuşmaları duyabilecek kadar yaklaştığından haberi yoktu.Hava aydınlandığı zaman Burnesor tepesinden de silah sesleri yükseldi .Karara göre, Ferdende, geceden bir süvari takımı ile Qotıs tepesine çıkacak ve Burneresten silah sesleri duyulduğu zaman o da aşağıyı, Beyaz ıt’ı kurşun yağmuruna tutacaktı. Fakat, geç kalmış ve henüz yarı yolda iken, Burneres'te çatışma başlamıştı. Bu sırada Iran sınırında bulunan Türk süvari destesi, Burnereş'e yardıma gelmek isteyince, Ferzende bey , yollarını keser. Süvariler geri çekilirler. Bunun üzerine Ferzende bey de artık dağa çıkmaz, dönüp, Burneres'te düşmana saldırır ve yaralanır. Bu birliğin kumandasını Musa Berki'nin yiğit oğlu Nuro alır. Fakat o da öldürülür,"...Türkler Burına Sor da çok sağlam siperler kazmışlardı. Ayrıca Kürtler"e yardım gelecek yolu da unutmamışlardı."Savaşçılar birinci atakta top ve subay çadırlarının bulunduğu yeri ele geçirmişlerdi. Çadırların içinde kimse yoktu,Top, Kürtlerin eline geçmişti,, Topçular toptan uzaklaştırılmış. Subay ve askerler sığınaklara geçmişlerdi. Sığınaktan Subay’ın kendiside Mitralyözle ateş ediyordu. Askerlerin bulunduğu yer ile Kürtler arasında 15 metre yoktu. Kürtlerde ateşe karşılık veriyorlardı."İhsan Nuri, savaşın uzayacağını bu durumda da askeri güçlere yardımın ulaşabileceğini his edince, Fetoyé Şemki’ye bir küçük Mitralyoz ve bir kaç savaşçı vererek, yardım kuvvetlerinin önünü kesmesi için, Beyazıt yoluna gönderir. Feto ve yanında ki az sayıda direnişçi Beyazıt demiryolu üzerinde küçük bir kulübede gizlenerek yolu tutacaklardı. Yardım kuvvetlerinin engellenmesi direnişçiler için hayati önem taşıyordu. Yardım kuvvetlerinin gelmesiyle direnişçiler geri çekilmek zorunda kalacaktı. Geri çekilme yolu çok uzak ve düzdü. Oysa askerlerin bulunduğu yer yüksekti. ve Ta Ağrı sınırına kadar yollar dümdüzdü. Bu tehlikeyi gören İhsan Nuri.;" Bıro'ya "Ben savaşçıların yanına gidiyorum»" dedim,. Bıro'da "Ben de geliyorum," deyince,, Vahan, çok tehlikelidir. Düşman ateşi altında bu düzlükten geçmek mümkün değildir." dedi. Fakat ben "Gitmem gerekiyor, Allah yardımcımız olsun!" dedim. Ardından Bıro ve ben tepeden inerek, savaşın gürültüsü içinde Şexla Köprüsü'nü geçtik. Düzlükten geçerek, çatışmanın devam ettiği tepeye vardık. Gerçi, düşman üstümüzden kurşun yağmurunu eksik etmemişti. Fakat, allah bizi korudu. Eğer düşman bu iki süvariden birinin ben, diğerinin de Bro Heski olduğumuzu bilseydi, ne pahasına olursa olsun bizi sağ bırakmazdı.Ben topun yanına yetişince askerlere bağırarak: "Askerler! Ben İhsan Nuri'yim. Fazla kayıp vermemeniz için geldim. Bizden henüz kimse öldürülmeden, teslim olun!Silahlarınız yere atarak siperden çıkın! Dedim. Askerler de, silahlarını yere atarak siperlerinden çıkıp teslim oldular ve savaş bitti. Askerler çok kayıp vermişlerdi. Subayları teslim olmadan önce öldürülmüştü. Türklerin sonuncu kurşunu benim yanımdaki temiz kalpli ve yiğit Edo’ye Emo’ye Hessesori'nin göğsüne saplanmış. Ben, vurulduğunun farkına varmamıştım. Edo, gerçek bir insan ve yiğit bir Kürttü. Onun ölümü bu zaferimizi açılaştırmıştı.Topun ağzını, esir düşmüş topçuların yardımları ile-başka çareleri yoktu- Türkler'e doğru çevirerek, onları top ateşine tuttuk. Ne yazık ki, topun yalnızca 27 güllesi vardı."Bu arada ;."Ağrı'da esir edilen askerler.beslenmeleri için, Kürt evleri arasında dağıtıldı.Bu savaştan sonra Türkler, askeri karakollarını, Ağrı önlerinden kaldırarak, Ağrı'nın karşısındaki dağların tepelerine kurdular. Savaş başladığı zaman, Türkler Burna-sor'a yardıma gidecek kuvvetlerini Bayezit önündeki kayalıkların arkasına yığmışlardı. Feto'nun mitralyöz ateşi karşısında yerlerinden kımıldamaya cesaret edememişlerdi." Ayaklanmanın son günleri;"Saldırıya başlayan Türk ordusu ilerliyordu. Biz arka tarafımızdan. Iran sınırından emin idik. Kadın çocukları, davarlarımızı güvenilir bildiğimiz bu bölgeye, Iran sınırına doğru gönderdik. Ve peşmergeler, Türklerin saldırısına karşı durdular. Ben daha önceki yıllarda olduğu gibi, düşmanı yavaş yavaş Ağrı'nın içlerine çekerek yormak, kayalıkların ve derin vadilerin içinde darmadağın etmek istiyordum. Türk uçakları Ağrı semalarında uçuyor, kadın ve çocukların üzerine bomba yağdırı-yordu. Bir grup uçak gidiyor, bir grup uçak görünüyordu.. Bro, üç oğlu ve dört Hesesori savaşçısı ile Batıdaki tepeleri tutmuştu. Düşman çok şiddetli saldırılarına rağmen,Bro'yu yerinden oynata-mamıştı.Ancak ve ancak ecel Bro'nun tüfeğini susturabilirdi.".Direnişçiler, büyük fedakarlıklarla sürdürdükleri savaşta en büyük güvenceleri Ağrı Dağının İran tarafının açık olmasıydı. Fakat savaşın üçüncü günü İran sınır karakolunun bulunduğu Ayıbey yönünden önce top sonrada tüfek sesleri gelmekteydi. Bir yanlışlık olduğunu düşündüler. Zira dost ve ırktaş İran tarafından kendilerine saldırı olamazdı. İhsan Nuri;"Ben, bu durumun bir yanlış anlama sonucu meydana geldiğini düşünerek, meseleyi halletmek için, o yöne doğru gittim. Oraya vardığımda, Türk kuvvetlerinin Iran tarafından Ağrı'ya arkadan saldırıya başlamış olduklarını kendi gözlerimle gördüm."Türkiye ile anlaşan İran, ayaklanmacıların ardındaki lojistik desteğin tümünü çekmişti. Ağrının Arkasındaki toprakları alan Türkiye, Ağrı’nın etrafınıi 40 bin kişilik askerle sarmış ve her gün Beyazıt’tan kalkan uçaklarla direnişçilerin üzerine ateş yağdırmaktaydı. "Durum değişmiş, Kürtlerin savaştaki durumları daha da kötüleşmişti. Çok genişlemiş olan cepheyi doldurmak, peşmergeler için mümkün değildi. Bu nedenle zorunlu olarak Ağrı'nın yükseklerine çekildiler.Ve akşam karanlığı çöktü. Dördüncü gün, Kürt savaşçıları kendi topraklarının her karışını, son savaşçının kızıl kanı ile sulamadan, bırakmıyorlardı. Hatta bazan saldırıya geçiyor, düşmanı uzaklaştırıyorlardı. Esir aldıkları askerlerin tüfek ve kurşunlarını alıp onları serbest bırakıyorlardı. Kürt savaşçılarının son şiddetli saldırısı, Kolordu Komutanı Salih Paşa'yı, Kemalettin Sami Paşa'dan yardım istemek zorunda bıraktı."Ağrı’ya her yerden yardım kuvvetleri akıyordu. Esir düşen askerlerin bazıları Başkale bölgesinden yola çıktıklarını ve gece, gündüz durmadan yol alıp Ağrı'ya geldiklerini söylüyorlardı.Oysa direnişçiler hiçbir yerden yardım alamıyorlardı.. Hiçbir yerden yardım umut etmiyorlardı. Tüfek ve kurşunlarını da savaşta esir düşen askerlerden temin ediyorlardı Öte yandan, Sovyetler de Aras nehri boyunca büyük bir askeri yığınak yapmıştı. Mehmet Bey anılarında askeri yığınağı anlatırken, Ağrı’dan bakılırken kurulan askeri çadırlar pamuk tarlalarını andırıyordu.Demektedir. İhsan Nuri ise; "Fakat, bu da artık bizim için önemli değildi. Biz artık bu küçük kuvvetlerimiz ile, özgür Kürt savaşçılarını ortadan kaldırmak amacıyla. Iran ve Sovyet devletlerinin de yardım ettiği Türkiye Devleti'nin bu büyük kuvvetleri karşısında fazla dayanamayacağı-mızı anlamıştık.Türkiye, ihsan Nuri'nin İngilizler ile ilişkisinin olduğunu ve onların emrinde çalıştığını tebliği ediyordu. Sovyetler'e bunu kanıtlamak için de, Kürtlerle Taşnak Ermenileri'nin birliğini ve Taşnak temsilcisinin benim yanımda oluşunu gösteriyordu. Zaten, M. Kemal Paşa, Yoldaş Lenin birbirlerinin dostu idiler."."Ruslar, Türkiye'ye yardım ediyordu. Küvetlerini Culfara'ya yığmıştı. Iran Devleti bugünkü gibi, güçlü değildi. Tarihinin en büyük ihtilalinin yılı idi. Serferd Fethullah Han'ın raporları ve Türkiye ile Sovyetlerin korkutması, İran'ı Ağn'nın arka kısmındaki kendi topraklarını Türk kuvvetlerinin denetimine vermeye zorladı.""Biz Ağrı liderleri bir toplantı gerçekleştirdik: Bu toplantında, sonuna kadar savaştan çekilmeme, savaşı uzatma kararı aldık. Son kurşun bittikten sonra da, hançer ve süngülerle devam edilecek ve onların karnını deşecektik" Devlet güçlerinin eline geçmiş Kol dağına şiddetli bir saldırıda bulunup tekrar ele geçirdiler. Devlet güçleri; Kabaktepe’ye geri çekildi.yönüne geri çekildi. Bir yan-dan Ağrı Zinyasına , bir yandan da mıxtepeye saldırılar düzenlediler."Fakat hesapsız sayıdaki düşmanın karşısında esirlerin ellerinden silahlarını alarak yerimize geri dönüyorduk.Elimizde bir bölge kalmıştı. Yakacak yoktu. Suazdı. Açlık başlamıştı. Kaç gündür hiçbir şey yemeden savaş sürdürülüyordu Türk uçakları, Türkiye Kürtleri ve Iran Kürtlerini hiç bir ayrım gözetmeden bombalıyordu. Ayıdağı'nda, Iran sınır karakolunun yanındaki Musa ibrahim'in Zomasının çadırlarını bombalıyarak bir kaç kişiyi öldürdüler. Bağrı yanık kadın ve çocuklar kurşunlardan ve uçakların bombalarındın bir o yana bir bu yana kaçışıyorlardı. Bu durum erkeklerin yüreklerini parçalıyordu. Kadınlar kendileri ve çocukları düşmanın eline düşmemek için kendi erkeklerinin eliyle öldürülmeyi istiyorlardı.".Hoybûn örgütü; Türkiye, İran ve Irak'da etkinlik gösteren Kürt hareketleri ile iletişim kurup destek vermeye çalışmıştır. Kürdistan'ı tamamıyle özgürleştirinceye mücadele etmeye kararlı olan Hoybûn Örgütü diğer komşu ülkelerle de görüşüp onlardan da destek almaya çalışmıştır. Oysa İran Hükümet'i Ağrı ayaklanmasının bastırılması için Türkiye ile işbirliğine girmiştir. Irak ve Suriye de kendi sömürgeleri altında bulunan Kürtlerin de aynı istemlerle ayaklanmalarının önünü almak için Hoybûn Örgütü'nün istemlerine cevap vermemişlerdir. Kuzey Kürdistan dağları, ayaklanmanın merkezi olacak ve savaş için depo ve talim yeri olacak, Kürt kuvvetlerinin genel komutanlığı altında faaliyet gösterecek bir askeri merkez oluşturma kararı almışlardı. 1925'ten beri Ağrı bölgesinde kıyamlar sürekli devam ediyordu. Hoybûn, var olan gücü birleştirip örgütlü bir ayaklanma zemini oluşturmuştur. Ağrı ayaklanması 16 Mayıs 1926'da başladı. Xoybûn; İhsan Nuri Paşa'yı askeri güçlerin başkanı, Biroyê Heske Têlî'yi (İbrahim Paşa) vali ve sivil yönetimin başkanı olarak görevlendirmiştir. Ayaklanma diğer bölgeleri de içine almış, Amed, Muş, Hınıs ve Bulanık’ta şeyhler halkı örgütleyip ayaklanmayı yönlendirmişlerdi. Türk ordusu ilk karşı saldırıyı 1927'de Zilan vadisinden başlatır ancak İran'dan gelen aşiretlerin de desteğiyle 8 bin kişilik Türk ordusu bozguna uğratılır. Savaş teçhizatları ele geçirilir. Bu yenilgiyle Türk askerleri Diyadin'e çekilirler. Türkiye, bu yenilginin, İran'dan gelen güçlerin desteğiyle olduğunu anlayınca, İran'dan, sınırı kapatmasını ve sınırdan geçecek Kürt güçlerinin silahsızlandırılmasını ister. Kürt güçleri burada ortaya koydukları başarının ardından Ağrı'da Kürdistan bayrağını çekerler ve böylece Ağrı'da "Kürt Cumhuriyeti" kurulur. 1928'de Türk hükümeti Ağrı Kürtleri ile görüşme yolları aramaya başlar. Ayaklanmadan vazgeçtikleri takdirde sürgünleri durduracağını, idamların olmayacağını ve sürgündeki Kürtlerin geri dönüşlerinin sağlanıp, mahkumların bırakılacağını belirtir. Türk hükümetinin ikna çalışmaları sonuç vermeyince, 1928'in Eylül ayında, iki mebus, Kara Kilise valisi, 29.Tümen komutanı, Diyadin ve Beyazıt kaymakamlarının da aralarında bulunduğu bir heyet ile doğrudan İhsan Nuri Paşa'yla görüşmek üzere Beyazıt'a giderler. İhsan Nuri'ye ise teslim olması ve silahlarını teslim etmesi koşuluyla; tüm arkadaşlarıyla birlikte affedileceklerini, Türk hükümeti tarafından General rütbesi, yüksek maaş, istediği Avrupa ülkesinde askeri ateşe görevi teklif edilir. Ulusal hakların söz konusu dahi edilmediği bu görüşmede İhsan Nuri Paşa, bütün teklifleri reddedip görüşmeleri keser. 1929 Mart ortalarında Türk askeri gücü, Iğdır ve Beyazıt'a Salih Paşa komutasında iki kolordu yerleştirir. Operasyonlar 11 Haziran 1930'da Ağrı Kürt Cumhuriyeti'nin sınır karakollarına saldırıyla başlar. Haziran'ın ikinci yarısında, Ağrı Dağı'na yayılmış Kürtlerle, Türk ordusu karşı karşıya gelir. Kürtler çok geçmeden bir operasyon başlatırlar. İhsan Nuri komutasındaki birlikler ve Celali Kürtlerinin şefi İbrahim Paşa ve Türk ordusunda eski bir binbaşı olan Mahmut Beyler, Türk birliklerini tecrit etmek amacıyla arkadan bir saldırı gerçekleştirirler, mahalli halkın desteğiyle Van Gölü'nü güneyden ve kuzeyden geçip Amed’e ulaşmayı amaçlarlar. Çok geçmeden kuzeyden Ağrı, Van'ın doğusunda Hoşab'a kadar uzanan 150 km'lik geniş bir cepheden söz edilmeye başlanır. Irak'ta Barzanlı Şeyh Ahmet, 21 Temmuz 1930'da 100 ila 200 arasında savaşçısını Kürtlere yardım etmek üzere Türkiye sınırı olan Oramar yakınlarına gönderir. Türk hükümeti bu durumu İngiliz hükümeti nezdinde protesto eder, birkaç gün sonra Şeyh Ahmet ikinci bir Kürt savaşçı gurubunu daha gönderir. Bu ekip hemen Türk kuvvetleriyle savaşa tutuşur. İran’ın gönderdiği takviyeler sayesinde kıyamın genişlemesi engellenir. Daha sonra Türkiye'nin girişimiyle Irak hükümeti tarafından Şeyh Ahmet'e bir operasyon düzenlenir. Türk hükümeti aynı dönemde Salih Paşa'ya da Ağrı'da mevzilenmiş Kürtlere saldırı emrini verir. Türk birliklerinin, Ağrı'nın doğu yamacındaki stratejik noktaları ele geçirmesiyle Salih Paşa tarafından 7 Eylül 1930'da Ağrı'nın kuzey yamacından saldırı emri verilir. Salih Paşa, 10 Eylül'de iki Ağrı arasındaki Eğer'i ele geçirir. Daha sonra güneye çekilmeye başlar. Kürt başkomutanı İhsan Nuri, İran'a iltica eder. MÜCEDELEYİ SÜRDÜRENLER:Biro’ye Heske Telliye:Bro'ye Heske Telli’ye, ne Türkiye'ye teslim oldu, nede İran'a sığındı.O Türk-İran sınırında gerilla türü eylemlerini devam ettirdi. Gerek Türkiye, gerekse îran Bro'yla baş edemiyorlardı. İran, defalarca üzerine asker göndermesine rağmen Bro'yu ölü yada, diri ele geçiremeyince çareyi Sımko'ya karşı kullandığı Kürt haini Emerxan'da buldu. Emerxan'la birkaç kez çatışmaya giren Bro, bir kaç adamını öldürür. Neticede, yaralı olarak yakalanır. Kendisini yaralı yakalayan Kürt'lere Bro; "ey vah gıli dağ be xayi ma"diyerek- Ben hiç bir devlete sağ teslim olmayacağıma Allah'a yemin ettim. Beni öldürün, teslim etmeyin diye yalvarıp kendisini zorla Emerxan'a öldürtür. Diyor Mehmet beyReşoye silo(bekiri aşiretinden ismet erişen anlatti):Bekıran aşiretine mensup Reşoye Silo, Zilan’daki Çakırbey karakol baskınına katılan direnişçilerden biriydi. Yöredeki pek çok çatışmalarda Nadir Beyin yanında yer Reşo, Ağrıdağında ki direniş merkezinin dağılmasıyla birlikte sınırdaki dağlarda faaliyetlerini sürdürdü. Etrafında seksen kadar direnişçi vardı. Bu kadar insanın birlikte olması pek çok sorun yaratıyordu. Disiplin sağlanamıyordu. Yiyecek ve giyecek ihtiyaçların temini çevredeki köyleri fazlasıyla mağdur edecek boyutlardaydı. Bu nedenle bazen bu ihtiyaçlarını talan sayılabilecek yöntemlerle karşılıyorlardı. Bir defasında Reşo’nun yanındaki şahıslardan oluşan bir grubun ihtiyaçlarının temini için gittikleri değirmende(aşe gera)değirmendeki tüm unlara el koyup getirirler. Bu durum çevrede hoş karşılanmaz. Reşo, bu kadar direnişçinin bir arada olmasının zorunlu olarak sorun yaratacağını belirterek, 4-5 kişilik bir grupla ayrılır. Reşo’nun grubunda Mıhemede Xalit, Emere Xalit adlarındaki iki kardeş ile eşi Zeyno ve Zeyno’nun Kalki Aşiretine mensup bir akrabası vardır.Reşo’nun Muradiye-Erciş sınırındaki Devetaş mıntıkasında bir mağarada yaşadığını haber alan güvenlik güçleri, Yüzbaşı İbrahim komutasındaki çok sayıda asker ile Milis sidiqe Hesen Keçele’nin kardeşi Mıstefayı ve Reşo’nun akrabası olan Feto’ye Bekıri ve pek çok milis, mağaranın yanındaki köyü basarlar. Bu geşimelerden habersiz olan Reşo, Emerle, Mıhemet kardeşleri yiyecek temini için köye gönderir. O anda köyde bulunan güvenlik güçlerinin kurdukları pusuya düşen iki kardeş çıkan çatışmada öldürülür. Köye gönderilen arkadaşlarının gelmemesi üzerine durumdan şüphelenen Reşo, akşamüzeri tüfeğini ve kamuflaj için kullandığı beyaz çarşafını da alarak köye gider. Reşo’nun arkadaşlarının akıbetleri için köye geleceğini düşünen askerler köy yakınlarında pusuda beklemektedirler. Reşo kendilerine yaklaşınca ateş ederler. Reşo da kendini yere atıp ateşe karşılık verir. Bu arada karda görünmemek için beyaz çarşafını da üstüne örterek gizlenir. Sayıca çok olan askerler Reşo’yu çembere alırlar. Açılan ateşlere Reşo’nun karşılık vermediğini gören yüzbaşı İbrahim bey Feto’ya-sen akrabasısın, sana bir şey yapmaz git bak bakalım durumu ne? Yaşıyormu? Yaşıyorsa teslim olmasını söyle"der.ve Feto’yu Reşo’nun yanına gönderir. Reşo, yanına gelen Feto’ya yalvararak,-tüfeklerimiz aynı, benim tüfeğimin namlusunda mermi sıkıştı. Tüfekleri değiştirelim. DerFeto, - Çevren 200 askerle kuşatılmış kurtuluşun imkansız, gel teslim ol ne kendi kanına, nede askerin kanına gir der.- Reşo çaresiz teslim olur.Reşo’yu o gece köyde tutan askerler, ertesi gün Zeyno’yu yakalamak için Reşo’yla birlikte mağaraya giderler. Zeyno direnir. Ateş eder, teslim olmaz, Reşo’ya- -Reşo, hani sen "Emer ailesinin yiğidiyim, ölürümde teslim olmam diyordun. Diye seslenir.- Reşo,- - Zeyno, benteslim olmadım, kaderim beni teslim etti tüfek tutukluluk yaptı. Kaderimiz buraya kadarmış gel teslim ol. Der- kocasının çağrısına uyan Zeyno dateslim olur. Her ikisinide orada öldürerek, Reşo’nun kafasını keserler. Gözlerinin önünde kocasının kafası kesilen Zeyno da feryat figanla Reşo’nun cesedine kapanıp ağlar. Onun da kafasını keserler. Reşo ve Zeyno’nun kafaların köy köy gezdirip teşhir ederler. Klamın Türkçesinden birkaç söz.-"…reşo, sen diyordun benim üzerime daha yiğit çıkmış değil, -tut tüfeğinin ortasından ve silkin yiğitçe……. Şeyh Zahir:1930 Temmuz’undaki Ağrıdağı ve çevresindeki eylemleriyle , GenelKurmay belgeleri ile gazetelerde kendisinden çokça söz edilen direnişçilerden biride Şeyh Zahir’dir." 28 Temmuzda:Şeyh Zahir ve Ali Beşko idaresinde miktarı saptanamayan bir eşkıya grubu, Pernavut köprüsü güneyindeki Osman köyünün hemen kuzeyine geldiği sırada, Tuzluca'daki 2. Jandarma Estersüvar Bölüğü bunların üzerine sevkedilmiş ve saat 20.00'de başlayan müsademede eşkıyaya bir hayli ölü ve yaralı verdirilmiş, bölükten de Bölük Komutanı göğsünden yaralanmış, iki er de şehit olmuştu.""l Ağustosta:Şeyh Zahir komutasında 200 kişilik bir eşkıya grubu Tuzluca'nın 8.5 km. doğusunda Pirli karakolunu basarak üç jandarma ile hudut taburundan dört erin silâh ve eşyalarım alıp bunları serbest bırakmışlar ve karakol binasını yakmışlardı. Şeyh Zahir burada bıraktığı bir tezkerede de; Tuzluca merkezini ve bunun güneyindeki Akarak köyünü yakacağını bildirmekte idi. Bu çeteyi takip etmekte olan Tuzluca'daki 2. Seyyar Estersüvar Bölüğünden başka İğdır'daki süvari bölüğü de Gevgeve istikametine gönderildi.""Genelkurmay Baş- kanlığı 3 Ağustos 1930'da yayınladığı emirde:"Ağrı harekâtı başlamadan önce dahilde eşkıyalık yapan çetelerin yeter kuvvetlerle yapılacak sıkı ve şiddetli bir takiple imhaları suretiyle fırsat bekleyenlerin ümit ve güvenlerinin kırılmasına kesin zorunluk vardır. Şeyh Zahir çetesinin bir daha Ağn'ya dönmeyecek surette ve daha fazla kuvvetler tahsisi ile imhasını 9. Kolordudan, Yukarı Sirik yaylasında jandarma müfrezelerimizle müsademe ettiği ve Kernuslu Halit olması muhtemel çetenin imhasını da 7. Kolordudan önemle rica ederim."Şeyh Zahir Iğdırın Karahanlı köyündendir. 1925 lerde tuzluca da tuz müdürüydü.Bazı kaynaklara göre bir kız kaçırma hadisesinden dağa çıktığı ve daha sonra Ağrı direnişine katıldığı ifade edilmektedir. Ailesinden verilen bilgilerde ise Şeyh Zahir’in Ağrı dağı çevresindeki hemen hemen tüm eylemlere, Başkend; Burnasor, Buruna Reş, vb. kattıldığı ifade edilmekte ve bunların dışında da faaliyetleriyle ilgili şunlar söylenmetedir;1925 Şeyh Said Ayaklanmasına sempati duyuyordu. Bu nedenle bazı devlet yanlılarının şikayetiyle görevinden alındı. Bunun üzerine, kardeşleri Yusuf, Abdurrahman, Tahir, Habib , yengesi Hedé ve Amcasının oğlu Abdulbari , émeré besé, Saide mamé , Şemikan Aşiretinden Feto, Çalğa, Timur , Celil, Bro Rındo, Dırbaz adlı ünlü direnişçilerle Ağrı direnişine katılılan bu gurup, 1927 yılında ilk eylemlerini Tuzluca nahiyesine bağlı söğütlü köyü yakınlarında ki şiştepe mıntıkasında bulunan, Tuzluca, Iğdır ve kağızmandan gelen askeri güçlere baskınla gerçekleştirdiler. Bu baskında askerler Mameğan çeşmesine kadar geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu çatışmada Celil hayatını kaybetti,ve Salih adlı direnişçide yaralandı. Celilin kafası askerlerce kesilip götürüldü. Kemal yüzbaşı komutasında ki askerler bu baskından sonra , Şemikanlılara ait, Tuzlucaya bağlı, söğütlü, Güllüce ve Abasgöl köyü halkından 28 kişiyi direnişçilere destek verdikleri gerekçesiyle Balıkgölüne götürüp orda kurşuna dizip cesetlerini de balık göle attılar. Bu olay direnişçilere katılımı hızlandırdı.Pernavut’ta han sahibi Cimşit adında bir Kürt milisin rehberliğinde Gevgeve mıntıkasında kuşatılan söz konusu gurupla Askeri birlikler arasında şidetli çatışmalar olur. Gün boyu süren çatışmada pek çok asker öldürülür. Bu çatışmada şemsettin adında bir direnişçide öldürülür. Daha sora şeyh Zahir destesi, pernavut’taki karakolu basıp imha ederler. Bu baskında karakoldaki 8 asker öldürülür.Taşburun savaşından sonra kışın saklandıkları Iğdır’ın Tecirli köyü kemal yüzbaşı komutasındaki askeri güçlerce kuşatılır, Şeyh Zahir Kuşatmayı yarıp kaçmayı başarır. Askerler, Şeyh Zahir’i barındıran Abdulbariyé Mıhemet adlı köylüyü öldürerek evini ateşe verir.Daha sonra gerçekleştirilen Aralık baskınına Şeyh Zahir ve beraberindekiler de katılır. Çatışmada kardeşi Yusuf yaralanır ve esir düştü. Şeyh Yusuf götürüldüğü Iğdır’da yargılanmadan asılarak öldürülür. Bu çatışmada Şemikanlı Feto’da hayatını kaybeder. Çatışmada askerlerde pek çok kayıp verirler. Buraya çok sayıda askeri birliğin sevk edilmesiyle, direnişçiler Ağrı Dağının Tez harabe köyü sınırları ve Ağora köyünden geçerek Korhan yaylasına sığınırlar. Burada ki çatışmada yaralanan şeyh Zahirin kardeşi Habip’ta esir düşer. Askerlerce Tez Harabe köyüne götürülüp işkenceyle öldürülür.Ağrı direnişinin kırılmasıyla Şeyh Zahir destesi Tendürek dağına geçer. Bu mıntıkada da askeri güçlerle pek çok çatışma olur. Çaldıranın Tikme köyüne sığınırlar burada şeyh Zahirin kardeşi Tahir hastalanır. Tahir’i bu köyde bırakırlar . bir ihbar üzerine, Tikme köyünü kuşatan İbrahim yüzbaşı komutasındaki güçlerle hasta haliyle çatışan Tahir burada öldürülür. Çatışmayı haber alan Şeyh Zahir ve arkadaşları da buraya gelip askerlerle çatışırlar Askerler bu çatışmada Çaldıran’a kadar çekilmek zorun da kalırlar. Çatışmalarda 6 asker öldürülür. Grubun üzerlerine daha çok asker sevk edilince, Özalp üzeri , Başkale’ye oradan da Van’ın Erçek Nahiyesine Oradan da İran hududundak Navur Gölü çevresine geçerler. Burada askerlerle aralarında çıkan çatışmada Şeyh Zahir yaralanır. Şemikanlı Çelğa ölür. Buradan Geliyé Géja’ya geçen direnişçilerin etrafı milis ve askerlerce çevrilir. Buradaki çatışmada direnşçilerden 14 kişi öldürülür. Hédé yaralanır. 5 milis, 8 askerde öldürülür. Buradan Gevıre Buk Zava ya gelen direnişçilerin etrafı askerlerce çevrilir. Çıkan çatışmada Şeyh zahir öldürülür. Bu çatışmada 9 askerde öldürülür.Şeyh Zahir’den sonra kardeşi Şeyh Abdurrahman arkadaşlarıyla 9 ay mücadeleyi sürdürür. Bu süre sonunda Salih Paşa’ya af vaddiyle teslim olurlar. Şeyh Abdurrahman ve 65 arkadaşı Adana’da idamla yargılanır. Mersinde 9 yıl hapis yattıktan sonra Aydın söke’de mecburi iskana tabi tutulurlar.Seyîthan ve Alican:Seyitki aşiretinden Muş'lu Seyithan,Bilinmeyen bir nedenle karısını boşar. Boşadığı karısının kimseyle evlenmesini de istemez. Kim, onunla evlenirse bu işi ölüm temizler der. Kendi aşiretinden cuidi denilen aileye mensup birisi Seyithan'in bosadığı karısıyla evlenir. Seyithan'ın hesap soracağını düşündüklerinden. Halit Begé Hasani'ye, Seyithan'la barıştırılmaları için giderlerken, Bostankent köyünde, yolları Seyithan tarafından kesilir. Seyithan boşadığı karısıyla evlenen kişi ile ve beraberinde ki üç kişiyi öldürür. Aradan bir iki aylık bir süre geçtikten sonra, bu defa Seyithan, Halit Bey'e giderek, karşı tarafla barıştırılmalarını ister. Karşı tarafın barış için yanına giderlerken öldürülmelerine içerlenen Halıt Bey, karşı tarafın barışmak istemediklerini söyler. Bu olay nedeniyle, bir süre kaçak yasayan Seyithan, firarken ailesini topluca alıp, Bulanığa getirip onbeş gün boyunca karakolda tutup eziyet ederler. Bu bu durum civarda hoş olmayan söylentilere neden olur. Sonunda yakalanıp, Erzurum cezaevine konur. Burada tutuklu olan Berazi aşiretinden Karayazı'lı Alican'la tanışır. Her ikisîde aynı dertten müzdariptir; Milis ve jandarma. Alican tutuklu iken, ailesi jandarma ve milis baskılarına maruz kalır, özellikle Sipki aşiretinden milis Mahmut ve Musa kardeşlerin baskılarını duyarlar. Hatta Mahmut'un tazisine Alican'ın akrabası olan îpek adındaki bir kadının ismini taktığını duyar. Tutuklu olmaları nedeniyle, aileleri milislerin, baskı ve haksızlıklarına maruz kalan, Alican ile Seyithan, cezaevinde birbirlerine yemin ederek, çıktıklarında hedeflerinin yalnızca milisler ve jandarmalar olacağı konusunda sözleşip adamlarıyla beraber cezaevinden firar ederler.O dönemde Devlet direnişe karsı milisliği örgütlemekte, devletin himayesinde ki milislerde halka her türlü haksızlığı yapabilme imtiyazıyla korkunç bir terör estirmekteydiler. Aslında yalnızca o dönemde değil, tüm direnişlerde devletin ihaneti örgütlediğini görmek mümkün. Bölgede Deli Kemal olarak bilinen bir komutan ve örgütlediği milisler ordusu, halka adeta cehennem hayatı yaşatmıştır. Bölgede pek çok masum insan suçsuz yere işkencelere maruz kalmış, pek çok kişi de firarda olan yakınlarına karşılık öldürülmüştür. Bu nedenle öldürülenlerden biriside Malazgirt 'in Kutka köyünden Hemze Uso'dır. Hemze'nin kardeşi Çeçé, Seyithan'la bereberdir. Milisler Deli Kemal'e Çeçé'nin yüzbaşıyı öldürüp ciğerini çiğ çiğ yediğini söylerler. Deli Kemal, Hemze'yi sorguya alıp kardeşinin yerini söylemesini ister. Oysa, kardeşinin dağda olduğu ve Hemze'nin onu teslim edemeyeceği apaçık ortadadır. Köyün ortasında korkunç bir şekilde işkence edilen Hemze'yi, Deli Kemal beraberinde götürüp Esmer köyünde öldürür. Yıllar önce Uğur Mumcu, Kürt tarihinin, aynı zamanda ihanetler tarihi olduğunu konu alan bir makale yazmıştı. Bu makale, Bedırxani'1erden Hüseyin Pasa 'ya, Hüseyin Pasa 'dan Barzani ve Talabani'ye. Onlardan da PKK'ye kadar ki tüm ihanet ve çekişmeleri konu almaktaydı. Tespit doğru olmakla bereber eksikti, îhanet ve çatışmaları Osmanlılardan beri Devletin örgütlediği belirtilmemekteydi.Hapisten kaçtıktan sonra Seyithan'la Alican'ın etrafında çoğu o dönem firar olan 50-60 kişilik bir güç oluştu. Karasu Nehrinin kenarında kendilerini takip eden askerlerle arala- larında çıkan çatışmada 12 asker öldü. Bu olaydan sonra, yakalanmaları için bölgeye çok sayıda asker gönderildi. Fakat bütün gayretlere rağmen bölgede uzun bir süre faaliyetlerine devam ettiler. Daha çok milisleri hedef alan eylemlerde bulundular. Halka çok çektiren milislere çok geniş bir alanda yönelmeleri hem ünlerine ün kattı, hem de kendilerine büyük bir sempatinin duyulmasına neden oldu.Direnişçiler, Karayazı'nın Saçlık köyünden ünlü milis Xıdo'yu dağda yakalayıp kafasını keserler. Xıdo'nun suçu ise, yaptığı pekçok haksızlıkla birlikte. Hamit adında birisini öldürmektir.Yine ünlü bir milis olan Aliköleka köyünden Qölo adlı milis için köye baskın yaparlar, Qölo, su arkına girip gizlenir. Bütün aramalara rağmen Qölo'yu bulamayan direnişçiler, köyden çekilip köy yakının da gizlenip gelişmeleri gözetlerler. Direnişçilerin köyden gittiğini sanan köy halkı arasında Qölo'nün arkta saklanarak kurtulduğu konuşulur. Bunu duyan direnişçiler Qölo'yu yakalayıp öldürürler.Bir kışı Tutak ilçesi civarında geçiren Seyithan, ilkbahar da Halis Bey'in kardeşi Zeki Bey'in köyü_Karaağaca gider. Oradan da Mele Hasan köyüne Halis Bey'in yanına giderlerken, Murat Nehri kenarındaki Rese köyünden kendilerine ateş açılır. Seyithan ateşe karşılık verilmesini engeller. Mele Hasan'daki Halis Bey'e, gidip kendisiyle görüşürler. Musa ve Mahmut adlı milis kardeşlerin. Cemalverdi köyünde, olduklarını öğrenen Seyithan, beraberindekilerle Cemalverdi köyünü basar. Cemalverdide çıkan çatışmada, Mahmut ve Musa kardeşler ve akrabaları olan, Sıddıkı Hacı Mustafa adında milis olmayan biri daha öldürülür.Bu infazdan sonra, Qertevin dağlarına çekilirler. Daha sonra oradanda Muş ovasına geçerler. Muş ovasında askeri güçlerle arasında çıkan bir çatışmada, Anzut köyünde Alican öldürülür. Seyithan ve beraberindekilerin Alican'ın ölümünden haberleri yoktur. Daha sonra çatışmada sağ yakaladıkları bir askerin elinde Alican'ın tüfeğini görürler. Alican'ın ölümünü bu vesileyle öğrenirler.Ağrı direnişinin kırılmasıyla, soluklanan askeri güçlerin, artık temel hedefleri Seyithan'dır. Bu nedenle bölgeye büyük bir askeri yığınak yapılır. Bölgede barınma koşulları kalmayan Seyithan ve beraberindekiler, aileleriyle birlikte Suriye'ye gitmek için uzun bir yolculuğa koyulurlar. Pek çok çatışma ve kayıptan sonra, Bismil'e ulaşırlar. Oradan da Savur 'un Zoğ köyüne gelip, mola verirler. Artık Suriye'ye geçmeye çok az bir mesafe kalmışken, üç jandarmanın kendilerine doğru geldiklerini görürler. Aslında başka bir görev için oradan geçmekte olan jandarmaları kendilerini izleyen müfreze sanarak ateş ederler, jandarmaların ikisi ölür. Sağ kalan gidip,karakola haber verir. Bunun üzerine, çok sayıda asker peşlerine düşer. Askerlerle çatışa, çatışa yollarına devam ederler.Bu çatışmada Seyithan ölür. Çatışmadan sağ kurtulanlar Suriye'ye geçmeyi başarırlar.Suriye'ye geçtikten bir süre sonra Seyithan'ın kardeşi Tefik, tekrar Türkiye'ye döner. Silvan'da Xiya'ların bir köyünde Emere Mıhé'nin evine misafir olur. Tefik'in orada olduğunu haber alan jandarma, evi basar, o sıra'da sofrada yemek yiyen Tevfik'î öldürürler.Daha sonra Seyithan'in oğlu Selahattin, Palolu Şeyhlerden Abdurrahim, Şeyh Şemsettin, Şeyh ismet 'in de aralarında bulunduğu onbeş kişilik grupla Türkiye'ye geçer. Muhbirlerin ihbarıyla Suriye'den Bismil'e kadar takip edilen grup, Bismil'de Deşta Perxané'da bir tarlada mola verip, kendilerine yiyecek getirmesi için içlerinden birisini köye gönderirler. Köy Muhtarı gelen kişiyi yakalatarak janadarmaya verir. Grubun yerini öğrenen jandarma, tarlaya baskın yaparak onbeş kişinin hepsini öldürür.Yıllar sonra, Seyithan ve Alican'ın Suriye'deki akrabaları Türkiye'ye dönerlerDirenişi Destekleyenler:400 yıllık İngiliz sömürgeciliğine karşı çıkan, Hindistan'ın önderlerinden Nehru, Dünya Tarihinden Görüşler adlı yapıtında şöyle yazıyor:"M. Kemal Paşa teşkil ettiği hususi istiklal muhakemeleri ile binlerce Kürdü merhametsizce mahvetti. Ş. Sait, Dr. Fuat ve diğer rüesayı idam ettirdi, bu kahramanlar Kürdistan'ın istiklale kavuşma emelini bir lahza gözlerinden ayırmayarak can verdiler. Son zamanlarda kendi hürriyetleri için çarpışan Türkler görüyoruz ki, kendi hürriyetlerini müdafaa eden Kürtleri çiğnemekte zalim davranmaktadırlar... Kendi vatanının hürriyetini müdafaa eden bir kavmin başka bir kavmin hürriyetini vahşiyane bir surette çiğnemesi acaip değil midir? 1929 senesinde Kürtler ikinci defa olarak yine isyan ettiler. Ve lakin, malesef velev muvakkat bir zaman için olsun harekatları .bastırıldı, böyle bir milli harekat ilelebet nasıl durdurulabilir? Madem ki, Kürtler hürriyetlerinin bedelini kanları ile ödemekte ve darağaçlarında Yaşasın Kürdistan demekte tereddüt etmemektedirler"*.Gerçek devrimcilerce, komünistlerde birçok konuda eleştirilen II. Enternasyonalciler, Kürtler'e destek çıktı. Her ne kadar bu destek pratiğe yansımadı ve teoride kaldıysa da yine de olumlu bir yaklaşımdı. 30 Ağustos 1930'da Zürih'te şöyle karar alınır:"Uluslararası Sosyalist Örgütünün Yürütme Kurulu, dünyanın dikkatini, Türk Hükümeti 'nin sadece özgürlükleri için savaşan Kürtlerin direnmesini kırmak için değil, fakat aynı zamanda isyana katılmayan Kürt ahaliyi de imha etmek için giriştiği katliamlara çeker. Türk Hükümeti böylelikle Kürt halkını Ermeniler'in akıbetine uğratmaya çalışmakta, kapitalist ulusların kamuoyları bu kanlı vahşeti protesto bile etmemektedirler.Sonuç olarak;Xoybun Cemiyeti, Ağrı bölgesinde kurtarılan topraklarla birlikte yarı devlet konumuna geldi. O dönem şartlarında bir devlet için temel olabilecek adımlar atıldı. Düzenli Kürt peşmerge ordusunun ilk temelleri atıldı. Kurtarılan tüm topraklarda, Kürt bayrağı dalgalandırıldı. Esir alınan askerler, savaş kurallarına göre insani muamele gördü. Yapılan her eylemin raporu tutuldu. Her şey bir tüzük ve program çerçevesinde yapıldı. Xoybun mühürü, bir devlet mühürü gibi işlevselleştirildi…Basında ise bu haberler çarpıtılarak veriliyordu. Türklerin Ağrı'ya son saldırısına The Times gazetesine göre Van ve Beyazıd bölgesine Türk savaş erkânlığı; 60 bin asker, onlarca uçaktan oluşan bir kuvvet göndermiş ve bunların en az yarısı harekâta katılmış. Yine bu gazeteye göre binlerce Kürt silahlı savaşçısı, Ağrı'ya yerleşmiş ve burayı tutmuşlar. Fakat değil bin, yalnızca 500 Kürt savaşçısı bulunmuş olsaydı, savaşın neticesi başka olurdu.Sonuç her ne olursa olsun Xoybun, kendi imkânları doğrultusunda Kürdistan'da güzel çalışmalar yapmıştır. Bunlar, tarihe gurur duyulacak pratikler olarak geçmiştir.Zamanın bize gösterdiği şu ki, Kürtler ancak birlik halindeyken zafer ve özgürlüğü yaşayacaktır. Sıkıntılı ve zor şartlar altında verilen bu müthiş mücadeleler, aynı zamanda birlik-beraberlik duyguları içerisinde zaferlerle karşılık verecektir..Ağrı Dağı’nın doruklarına ekilen özgürlük tohumları, bugün 21. yüzyıl şafağında filizlenmektedir.Kürdistan Halkı başkaldırı geleneğinden aldığı güçle, içinde yaşadığımız bu 21. yüzyılda , kendi zaferlerinin tarihini yazacaktır. Ve yine kendini özgürleştiren Kürdistan Halkı, hem Ortadoğu’nun ve hem de bir bütün olarak insanlığın kurtuluşuna öncülük yapacaktır.

Alıntıdır

Ağrı İsyanı 1

Ağri Isyani Ve Direnişi:1925 Şeyh Said isyanından sonra, 1 Temmuz 1925′ten başlayarak 7.800 Kürt ailesi sürgüne gönderildi. Yaklaşık iki yıl sonra Bilhamdun’da kurulan birleşik Kürt örgütü Xoybun’un yönettiği Ağrı Ayaklanması’nın sonuçları ve akabinde 7 Eylül 1930′da Ağrı Kürt Cumhuriyeti’nin çöküşü Kürtlere karşı büyük bir saldırı getirdi. Henüz sayısı bile tespit edilmemiş kadar insan yerinden edilerek zorunlu göçe tabi tutuldu ve onbinlercesi öldürüldü. Ağustos 1934′te Kenan Paşa tarafından bombalanan ve 1935′te Elazığ’da ‘ders olsun’ diye asılanlar, Doğu Vilayetleri Sivil Müfettişi Abidin Özmen’in Kürtsüzleştirme Politikası gereği sürgün edilen Kürtler, büyük bir patlamanın habercisiydiler. Simdi bu ayaklanmanin detaylarini ve Agri Kürd cumhurriyetinin direnis ve isyanini Basliklar altinda inceliyelim.Ağri Direnişi nasil ortaya çikti:Bro’yé Hek’é Telliyé, Celeli Aşiretinin, Hesesori koluna mensuptu. Ağrı’nın eteklerinde oturan Bro, Birici Dünya savaşında pek çok aşiret reisi gibi,Osmanlı’dan yana Ruslara karşı savaştı. Bu tercihinde müslüman olması en büyük faktördü. Ruslar, kendilerinden yana olması için Bro’ya çeşitli rüşvetler teklif ettiler fakat Bro’yu etkileyemediler."...Birinci Dünya Savası sırasında, Bro’ye Heski de bölgedeki Kürtlerin Ermenistan içinde kalmalarını istemedi. Ruslar ve Ermenilere karsı savaştı...Bolşevikler, Rusya'da iktidara geldikten sonra,, askerlerini savaş öncesi sınırlarına çekti. Ermenistan'da ise, Bolşevikler henüz iktidara gelmemişti. Bundan yararlanmak isteyen Ermeniler, Rusların çekildiği alanlara girmek istedi, Nitekim bazı yerlere girdiler. Bu durum yeni gelişmelere neden oldu.Bazı aşiretler Ermeniler’e karşı geldi. Bro'ye Heski'de Ermenilere karsı çarpıştı. Hatta Osmanlı askerleri Ağrı'ya geldiğinde, onları, sevinçle karşıladı."Bro’ye Heski'nin bu yaklaşımı, menfaati gereğiydi. O güne kadar Osmanlı Devlet sistemi içinde Ermenilere karşı imtiyazlı bir konumları vardı. Şimdi ise, Ermenilerin etkin oldukları bir devlet için, Müslüman Osmanlıya karşı Ermenilerden yana tavır koymadı. Zaten bu olguyu Osmanlılar da gördüğünden "Kürdistan Ermenistan olacak" sloganını Kürt aşiretlerini yanlarına çekmekte ku11andı. Başarılı da oldular.Bro, savaş sonrası Ağrı'ya yerleşti. Ticaretle uğraşmaya başladı. Çıkarları, özellikle de rus ve Ermenilere karşı savaşması, onu Türk Devleti ile "daha iyi ilişkiler" içerisine sürükledi.Şeyh Said isyanında sessiz kaldı. Yenilgi sonrası, Şeyh Said'in oğlu ve bazı aşiret liderleri İran'a gitmek istediklerinde Bro'da direnişçileri yakalamaya çalıştı, ama başaramadı. Ali Rıza ve adamları, İran'a geçti.Bro'ye Heske, Türklere yardım etti. Fakat yinede huzursuzdu. Bir süre sonra, her zaman olduğu gibi yine sürgün politikası gündeme geldi. Bro'ya ilişkin de söylentiler çıktı. Ancak Bro, kendinden emindi. Çünkü o, devlete yardımcı olmuştu. "Ben devlete çok büyük yardımlarda bulundum. Bu günde dükkanımla uğraşıyorum ve devletin dostuyum" dedi. Fakat yanıldı."(İhsan Nuri bu olayı şöyle anlatıyor) düşünemiyordu ki, Türklerin gözünde, bir Kürt ister hizmetkar ister asi olsun yinede Kürttür.1926 yılının ilk.ayları, ve kısın sonlarına doğru bir gün şa-fakla beraber, Bro'nun Ağrı’daki çiftlik köyünde bulunan karısı ve çocukları daha yeni uykudan uyanmış ve sürüleri göndermekle uğraşırken, 20 Türk süvarisi köye girdi.Bro Heske'yi soruyorlardı. Bundan sonraki gelişmeleri, Bro bana şöyle anlatıyordu;"Ben Beyazıt’taki evimde çayımı içiriyordum ki, Ağrı 'dan gelen küçük oğlum İlhami telaşla bana" şafakla, bir subay ve 20 Türk süvarisi köye geldiler, seni soruyorlardı. Anam subaya senin köyde olmadığını söyledi. Hizmetkarımız, senin atını alacaklarını düşünerek atına atladığı gibi atı sürdü. Süvarilerin bir kısmı da onun peşine düştü. Ben hemen yola düştüm. Bir süre sonra da bir kaç el tüfek sesi geldi, fakat o tüfek seslerinin ne olduğunu anlayamadım. Çabuk köye dön! Bende kısa yoldan geleceğim. Tüfeğimi ve fişekliğimi çayın kenarına getir!" dedim.O gittikten sonra, bende evden çıktım. Caminin önünde du-rup, yönümü kıbleye çevirip "Allah’ım sen biliyorsun ki ben devlete hiç bir kötülük yapmadım. Şimdi de Beyazıt'ta olduğum halde, beni de sürmek için köyde arıyorlar. Allah’ım yeter ki, tüfeğimi bana kavuştur. Sonra da ne olursa olsun" diyerek Allah’a yalvardım. Ardından dükkanımın önünden geçerek şehirden çıktım Qotis üzerinden giderek, çayın kenarına vardım. Sürülerim çayın kenarında idi. Çobana meseleyi sorunca o; "köye askerler geldi seni bulamayınca, bir kaç tanesi senin atının peşine düştüler. Çepé Kunbet köyü yakınlarında, Keskoi'lerden bir kaç kaçağa rastlamışlar. Aralarında çıkan çatışmada bir asker yaralanmış" dedi. Çoban tüfeğimi getirerek, süvarilerin yaralıyı benim evime bırakıp, gittiklerini söyledi.Köye giderek, yaralıyı iki Kürt ile birlikte, Beyazıt’ta gönderdim."Bro kaçtı ve isyan başlattı. Şeyh said İsyanıdan kaçan; ferzende, Cewreş vb. kişilerle, Bro gibi sürün edilmekten kaçan, daha sonra da, sürgün edildikleri yerlerden kaçanların katılmasıyla Bro’nun etrafında önemli bir güç oluştu. Aşiretlerin de bu gelişmelerden etkilenebileceğini düşünen T.C. yetkilileri, ciddi olabileceği endişesi ile Bro'yla anlaşma yoluna gitmek istedi.Ağrı İsyanında güç dengesi devletten yana olmakla beraber. İngilizlerin direnişi destekleyebilecekleri endişesi, T.C.yi Direnişi çeşitli yöntemlerle bir an önce bitirme düşüncesine itti Bu nedenle Bro ile görüşerek direnişi bastırmayı düşündüler."Bu nedenle Bro'ye Heské ile Türk Kumandanı, Hellas köyünde görüştü. Bro'ye Heské tatlı-sert konuşmalara kanmadı. İki taraf arasında antlaşma sağlanamayınca, Türk askerleri Ağrı Dağı'nın eteklerinde çadır kurarak fırsat kollamaya başladı. Bir gece ansızın Bro'nun bulunduğu yeri sarıp top, tüfek ve mitralyözlerle saldırdılar. Bro 'nün yanında çok az kişi vardı. Buna rağmen Türk askerleri başarısız kaldı. Top ve mitralyözler Bro ve adamlarının eline geçti. Aldıkları esirleri ise saldılar.1926 yılında ki bu olaylar, çevrede yankı buldu. Şemkan Aşireti'nin Reisi Temere Semki ve kardeşi Çerxo, Sakan Aşireti'nin Reisi Şeyh Abdulkadir, İzmir'de sürgünden kaçarak Ağrı 'ya geldi ve Bro'ya katıldı. Direnişçiler güçlendikçe, çevrelerini Türk otorite-sinden temizlemeye çalıştı. Bro ve etrafındakiler. Ağrı'yı ele geçirmek için, bir gece ansızın baskın düzenledi. Fakat içeriden yardım görmedikleri için başarılı olmadılar. Olaylar sürüyor, ama herhangi bir ciddi gelişme henüz sağlanamamıştı. Kendini koruma-savunma ön plandaydı, kişileri bu gelişme içerisinde tutan, kişi-sel çıkarları ve öte yandan devletin sürgün yasasıydı. Bu arada Bro, küçük karısını kurtarmak için Ağrı'ya gizlice girdi ve başarılı da oldu." Carpişmalar büyüyor:Reşat Hallı, (Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar (1924-1938) adlı kitabında, isyancılarla Türk Ordu birlikleri arasındaki ilk çatışmaların, 16 Mayıs 1926'da meydana geldiğini yazıyor. Kay-nakta verilen bilgiye göre, bir grup kürt. Kalecik köyünden hayvan çaldı. Harekete geçen asker, Ağrı Dağı'ndaki Demirkapı bölgesin-de, Kürt birlikleriyle çatışmaya girdi ve 28. Alay çatışmada yenilgiye uğradı.T.C. Bir yanlış anlamaya sebebiyet verilmemesi için, Harekatta başlanmadan önce İran’a, harekatın kendilerine karşı yapılmadığının bildirildiğini. İran’ın da, bu bilgiyi direnişçilere sızdırdığını yenilginin bundan kaynaklandığını iddia etti. Ayrıca, bazı milisler Bro adına çalışarak "ihanet" etmişlerdi.Yenilgi nedenleri arasında, harekatın yeterince düzenli organize edilmeyişi ve Alay Komutanları'nın hataları da sıralanıyordu. Nitekim, Alay Komutanı görevinden alındı.Yargılanmak üzere Sarıkamış’a gönderildi.Bu çatışmalar esnasında, iki top ve çeşitli eşya Bro’nun eline geçti. Bu olaydan sonra;3. Ordu Müfettişliği yeni bir plan yaptı. Plan 13 Haziran 1926'da Genelkurmaya sunuldu.Poti, Ağıl, Demirkapı, Serdarbulak, Bulambaşı, Küçük Ağrı ve Dere doğrultusunda, 1150 direnişçi bulunduğu saptandı. 9. Tümen'e bağlı birlikler, 15 Haziran 1926'da, Zengezor'un doğusunda harekete geçerek şıhlı, Celal, çevirme üzerinden Ağrı Dağı'nın etekleri boyunca ilerledi.Bu birliklerle Bro'nün 20-25 kişilik grubu arasında, 16 Haziran'da çarpışma başladı. Türk askerleri bu çarpışmalar sıra-sında, bazı tepeleri ele geçirdi. Ancak Tugay, 16—17 Haziran gecesi Kürt savaşçıların baskınına uğradı. Çatışmalar uzadı. Bîr kısım savaşçı. İran Kürdistan'ına geçmek zorunda kaldı.Türk yetkilileri bu tedip girişiminden sonra, direnişçileri dağıttıkları kanısına varıp, askerlerini tekrar Doğubeyazıt'a çekti.25 Ağustos 1927'de, 3.Ordu Müfettişliği Haziran ayında yapılan tedibi yeterli bulmadığından yeni bir harekat planı yaparak, Genelkurmay'ın onayını istedi.Bu Plan özetle şöyleydi;"Ağrı Dağı asilerinin tedîbatı için bir taarruz hareketi hazırlanmaktadır. Şimdiye kadar alınan bilgiler ve yapılan ke-şiflere göre, burada en çok 300 çadır vardır. Bu miktara göre, eli silah tutan asi miktarının 800 kadar olduğu kabul edilmektedir. Hareketin sürat ve güvenlikle yapılabilmesi için 9.Kolordu Kars'taki 29.Alay ile 9. Tümen Komutanı'nın da Ağrı bölgesine alınmasına lüzum göstermekte ve bu husus Ordu Müfettişliğince 'de uygun görülmektedir.İranlıların Ağrı asîlerini teşvik ettiğine dair bazı haberler olduğu için asilerin tedip sonrasında, geçen sene meydana gelen 1. Ağrı Ayaklanması'nda olduğu gibi yine İran'a kaçmaları muhakkak olduğundan, bu hususun lehte temini bakımından İran Hükümetiyle gerekli siyasi ilişkilerin sağlanmasına lüzum vardır."Genelkurmay planı onayladı. Yeni bir harekat için hazırlıklar yapıldı. Çeşitli illerden birlikler toplandı. Kürt savaşçıların İran'a geçmelerini engellemek için tedbirler alındı. Türk savaş uçakları da harekata katıldı. Keşif uçuşları yapıldı. Demirkapı, Gevgeve ve Biçare civarlarında, halkın İran'a doğru kaçtığı, uçak-lardan aşağı atılan raporlar aracılığıyla bildirildi. Halkın kaçmasını engellemek, önünü kesmek için birlikler kaydırıldı. 15 Eylül'de Gürbulak civarında, kaçan halka ateş açıldı. Çok sayıda kişi öldü. askerlerde zaman zaman baskına uğradı. 16 Eylül'de 29. Alay'a yapılan baskından sonra, hayvanlarının tamamı ile 5 subay esir alındı.Askeri güçlerin saldırılarıyla çoğu sivil halktan, 120'den fazla insan öldürüldü. 200'den fazlası yaralandı. Ayrıca köylülerin 5 binden fazla hayvanına el kondu.29. Alay komutanı ile Bölük Komutanı Yüzbaşı Nuri ve beş er, ya kaçarak yada direnişçilerce salıverilerek birliklerine döndü. Direnişçilerin elinde 17 er bulunduğunu söylediler. Reşat Halı'nın, Ordu güçlerinin kaybını az göstermek için yazmadığı rakamlar gerçeği gizleyemiyordu. Çünkü birkaç paragraf sonra, 29. Alayın hemen hemen sıfırdan başlanarak yeniden düzenlendiğini itiraf ediyor. Anlaşılıyor ki 29. Alay büyük kayba uğramıştı.II. Ağrı tedibi, iki tümenle yapıldı. Buna rağmen başarılı olamadılar. Geri çekildikten sonra, savaşçılar yine çalışmalarına devam etti.Şubat 1928'te, Van'daki yetkililer ve 9. Kolordu Komutanlı-ğı, Genelkurmaya verdikleri raporlarda savaşçıların bulundukları yerler, yaptıkları eylemler ve onlara katılan aşiretler hakkında bilgi verdi. Kış dolayısıyla, yeni bir tedip yapılamadı. Fakat T.C., Kürt-Ermeni işbirliği kapsamında, direnişçilerin İran'dan alabilecekleri yardımlardan çekiniyordu.Savaşçılar bu arada, denetledikleri alanlara Kürt bayrağı çekti. Bildiri ve broşürler dağıttı. Alt-üst örgüt hiyerarşisini oluşturmaya gittiler. Bütün bu gelişmeler, devletçe izlendi. Yalnız şiddet yoluyla, Kürt direnişinin durdurulamayacağına inanılır oldu. Başka tedbirlere de başvurulmasının uygun olacağı düşüncesi pekişti." Kaçan Kürt reislerinin, eski aşiretlerinin başınageçerek bunları ayaklandırmaları ve bütün Kürtlerin birlik halinde hareket etmeleri ihtimali oldukça zayıftı. Bu iyimser düşünüşün nedeni ise, aşiretler arasındaki soğukluk, beylerle bunlara bağlı olanlar arasında eski ilişkilerin bir derece gevşemiş olması ve hatta bazen bir aşiretin kolları arasında beylerin engel olmayacakları derecede kavgaların çıkması idi . "Reşat Hallı'nın bu yorumuna, o yıllarda ki Türk yöneticileri de katılıyordu."Kürtler birleşemez."anlayışı, başta aşiret yapısının güçlü varlığından kaynaklanıyordu. Bu durum Türk yetkililerin, moral ve başarı şansını arttırıyordu.9. kolordu Komutanı, bölgesindeki olaylar nedeniyle iyi bir istihbarat örgütü oluşturmaya çalıştı. Bu haber alma örgütü, söyle belgeleniyordu."Kürtlerin durumu ve haydutların hareketlerine dair çabuk bilgi edinecek, propagandanın ve özellikle silah kaçakçılığının önüne geçecek ve alınan haberleri çabucak merkeze ulaştıracak kişiler ve gereçlerden kurulmuş olmalıydı. Oysa bu bölge halkı çoğunlukla Kürt olup haydutlara karsı olsala da, bazen milliyet nedeni, bazen de korktukları için yataklık etmekten kendilerini alamamaları veya hiç olmazsa gelip geçtiklerini veyahut da geç haber vermekte idiler."9. Kolordu Komutanlığı, kendilerine, savaşçılara yataklık edenlerin köylerinin tahrip edilmesi veya yakılması yetkisinin de verilmesini istedi. Genelkurmay, istenilen yetkiyi ve uygun önlemleri onayladı.Böylece, Karaköse Takip Bölgesi Komutanlığı, l Ekim 1928’de oluşturulmaya başlandı. 9. Tümen Komutanı Albay Galip komutanlığa atandı.Gelişmeler bu şekilde sürerken İhsan Nuri Ağrı’ya gelir. Zilan Deresi:"25 Temmuzda:Erciş bölgesinde öteye beriye gizlenen perakende eşkıya gruplarını takip etmekte olan Derviş Bey Müfrezesi, bunlardan bir kısmını daha yakalamış ve kaçmaya teşebbüs edenleri imha etmişti. Bu temizleme ameliyesi sırasında ayrıca asilere ait 11 mckkâri daha ganimet alınmak suretiyle toplanan 200 kadar hayvan Erciş'teki komisyona teslim edildi." "29 Temmuzda:Zeylan bölgesinde temizleme işi ile görevli olan Derviş Bey Müfrezesi, Zeylan ayaklanmasının birinci derecede amillerinden olan Pabuşkin köyü imamı ile dört asiyi müsademe sonucu ölü olarak ele geçirdi ve ayrıca 9 tüfek, 700 kadar hayvan toplandı.""2 Ağustosta:Derviş Bey Müfrezesi Koç Köprü, Gürgür Baba, Partaç dağı bölgesinde yaptığı araştırmada mağaralarda gizlenmiş olan asilerden Haso ile kimliği tespit edilemeyen arkadaşlarını ölü olarak ele geçirmiş ve bunlardan başka mağaralarda gizlenmiş olan kadınları toplayarak bu köylere yerleştirmişti. Karamelik. Zoraya köylerinin araştırılmasında da biri ölü, biri yaralı ve 15'i diri olmak üzere 17 asiyi yakalamış ve bunlara yataklık eden Karamelik köyünü tahrip etmişti ."" Zeylan bölgesindeki temizlemenin hâlâ sonu alınamamıştı. Derviş Bey Müfrezesi, 10 Ağustosta Pani yaylası civarında ünlü asilerden Sultan,Yusuf, Hamza, Kasım, Tahir, Körhüseyin'in amcazadesi Kasım ve Muhittin adlarındaki şahıslan yakalamaya muvaffak olmuş, bunları saklayan Şerefli ve Maral köylerini yaktırmış ve bu arada 30 kadar silâh ele geçirebilmişti."Oysa gerçekte yapılanlar bunlarla sınırlı değil tam bir vahşetti.Erciş kuşatmasından sonra yöreye sevk edilen Askeri güçler bölgede büyük bir kıyıma girişirler.Zilan deresindeki 44 köy yakılır. Hayvanlarına ve diğer mallarına el konur ve bu köylerlerde yaşayanlardan ele geçen tüm insanlar katledilir. Söz konusu köyler şunlardır:Hasanabdal, Aks, Şahbazar, Doğanci, Tendurek, Çakırbey, Yilanlık, Harhus, Babazeng, Kömür, Şor, Şorik, Mürşit, Mescitli, Karakilis, Kündük, Zorava, Aryutin, Hallacköy, Koşköprü, Kuruçem, Mülk, Yekmal, Kilise, Gosk, A.Partaş, Y.Partaş, Binesi, Bunizi, Pelexlu, Kerx, Sögütlü, Mığare, Kardoğan, Kelle, Hostekar, Süvarköy, Kızılkılise, Ziyaret, Hiraşen, komik, Şeytanava, Birhan, Y.Koşköprü. Zilan deresi iki koldan oluşur; Zilan deresi ve Hacideri deresi. Zilan deresindeki köyler; Komır, Zorava, Kaşesor, Eqıs, Ba- bazeng, Xarxus, İlani , Hacikaş, Çakırbey, Hesenabdal, Qerekilis köyleri halkı yörede Ceme Gürceme olarak anılan vadide(Adağeybé), grup, grup, topluca birbirlerine bağlanarak makineli tüfeklerle taranıp öldürülürler. Burada öldürülenler ağırlıklı olarak Bekıri ve Hemoyi aşiretindendirler.Hacıderi deresi Boynızlı köyü yakınında yine aynı şekilde, Hacıderi Aşiretinden, Bonızli, Kondu k, Sicali, Oardoğan, Mığare, Soqıtli, Kerğ, köylüleri çoluk, çocuk,, genç, yaslı ayırımı yapılmadan katledilirler. Bütün köyler ateşe verilir. Zilan deresinde katledilenlerin sayısı o günkü basında 15,000 kişi olarak verilmiş olmasına rağmen bazı kaynaklar bu sayıyı 47,000 kişi olarak vermektedirler. Mele Haydar Varlı zilan katliamında kadledilenlerin 15.170 kişi olduğunu söylemekteydi. Katliamın boyutunu o günün basınından da öğrenmek mümkün.Vakit Gazetesi13 Temmuz 1930"Asiler 5 günde yok edildi. Zeylan deresindekiler tamamen yok edildi. Bunlardan bir kişi dahi kurtulamamıştır. Ağrı’da harekat devam ediyor. Dünden beri harekat sahasında eşkıya kalmamıştır. Büyük kuvvetlerimiz yüksek sarp dağlara iltica edenleri de mahv etmiştir. Zeylan deresi yüzlerce cesetle doludur." 16 Temmuz Cumhuriyet imha edilenler ara başlığı ile şu haberi vermektedir;" Ağrı eteklerinde eşkiyaya iltica eden köyler tamamen yakılarak ahalisi Erciş’e sevk ve orada iskan olunmuştur. Zilan harekatında imha edilen eşkıya miktarı 15.000’ den fazladır. Yalnız bir müfreze önünde düşüp ölenler 1.000 kişi olarak tahmin ediliyor. Zilan deresinden sıvışan 5 şaki de teslim olmuştur. Buradaki harp pek müthiş bir tarzda cereyan etmiş, Zilan deresi lepalep cesetle dolmıştu..." Bu sayının içinde çok az sayıda direnişçi vardır, öldürü-lenlerin çoğu direnişçilere yardım ve yataklık ettikleri gerek-çesiyle katliama maruz kalan köylülerdir.Hatta pek çoğu direniş-çilere katılabilir veya yardım edebilir endişesiyle katledilmişlerdir.Zilan deresi katliamında direnişçi olan Reşo’ye Meme'nın kızı Keser Şah anlatıyor:- Annem ünlü Milis Sıdıqe Hesen Keçele’ nın bacısıdır. 1926 yılında babam Reşo sürgüne gönderilmek istenince dağa çıkmış. Zilan kat1iamın da Derviş ve Yaşar bey adlı komutanlar Babama haber yollayıp silahıyla teslim olması durumunda kendisine bir şey yapmayacaklarını dayım Sidiq vasıtasıyla kendisine iletmişler. Babam teslim olmayınca da, annemi iki çocuğuyla birlikte tutuklamışlar. O sıra da annem bana hamileymiş. Annemin tutuklanmasını kendisine yediremeyen babam gelip teslim olur. Teslim olduğu köy Girqusda, nerelerde barındığını, kimlerin kendisine yardım ettiğini söylemesi için Annemin ve köylülerin gözü önünde çırılçıplak soyarak, vücudunda cepler yaparak zorla ellerini sokarlar. Babam kimsenin kendilerine isteyerek yardım edip barındırmadığını kendilerinin silah zoruyla beslenme ihtiyaçlarını temin ettiklerini söyler. Bunun üzerine babamı kurşunlayarak öldürürler, îki kardeşimi de annemin gözü önünde ö1dürürler.Hevırzong köyünden Ahmet'e Xalıt. katliamla ilgili olarak şunları anlatıyor;"•••• Hemoyi aşiretinden Hasanabdal köyü halkından Şükrü ağa ve amcasının çocukları Mehmet, Reşit, Ahmet, Hamza adlı şahıslar Zilan katliamından önce Batı Anadolu'ya sürgüne gönderilmek istenmiş, onlarda pek çok kişi gibi sürgün dayatmasına karşı, dağa çıkmışlardı. Ağrı direnişçilerinin bölgeye gelmeleri ile onlarda direnişçilerle birlikte, Cakırbey karakolu baskınına katıldılar. Karakol baskınında karakolda bulunan askerlerin hepsi öldürülür ve silahlarına el konur. Direnişçiler bu baskından sonra Erciş ilcesine yönelirler. Direnişçilerin Zilan vadi-sinden çekilmelerinden sonra bölgeye Diyarbakır'da dahil tüm çevre illerden sayıları onbinlerle ifade edilebilecek çok büyük bir askeri sevkiyat yapılır.Askerlerin bölgeye gelmesi halk arasında büyük bir korkuya neden olur. Bazıları katliam korkusundan köylerini terk edip dağlara çıkarlar. Bazıları ise, masum olduklarını düşünüp köylerini terk etmezler. Hatta askerlere hoş görünmek amacıyla yemek ikram edenler de olur. Bunlardan birisi de Hemoyi Aşiretinden Qulixan’ın yeğeni Ömer’dir. Ömer, kazanlarla yemek yapıp askerlere ikram eder. Askerler kendilerine ikram edilen yemekleri yedikten sonra Ömer ve beraberindekileri öldürerek mükafatlandırırlar!Hemoyi aşireti mensuplarının yaşadığı, o dönemde oldukça kalabalık sayıla bilecek Şorık v e Mürşit köyleri halkını, çoluk çocuk, kadın erkek ayırımı yapmadan herkesi öldürüp, tüm insan ve hayvan barınaklarını ateşe verirler.Doğaci, Yekmale, Şore, Kilise, Sarbazar (şeyhlerin köyü) Zo- rava ve Hasanevdal köylülerini ise, Hasanevdal köyünün altında o dönemde cebeli denilen, daha sonra yöre halkının kayıplar adası anlamına gelen Adageybé olarak adlandırdığı bir tarafında tepe bir tarafından da Hasanabdal çayı geçmekte olan bir cayırda toplayıp topluca ateş altına alırlar. Aynı bölgede bulunan ve celali aşireti mensuplarının yaşadığı aks köyünü ise, devlet yanlısı olan köy imamı Mele Haşem askeri yetkililerle görüşüp köyü, köy sakinlerine yaktırıp katliamdan kurtulmalarını sağlamış-tır.Bu olayların hala hayatta olan tanıkları vardır. Bunlar, makineli tüfeklerle taranıp öldürülen insan cesetlerinin altında sağ yada yaralı olarak kurtulanlardır. Bunlardan birisi Eco ağanın kızı Reyhan dır. Halen Karakilis te evli,süngü darbesiyle kalçasından aldığı yaradan dolayı sakattır.Bir diğeri ise, Hasanabdal köyünden Reşité Méhemet’tir. O da kurtulan pek çok kişi gibi cesetlerin altında ölü takliti ya-parak kurtulabilmiştir.Hacıderi deresinde ise, İsıki aşiretinin yerleşik olduğu Mılk, Kundık, Gomık köyleri ile Heciderilerin yaşadığı köyler Kerğ, Mığare, Sogıtli, Bonızli, Hostekar ve Kardogan ile Bekırilerin köyleri olan Cakırbey, Komir, Xarxus, Hacikaş, Mezre köyleri de aynı şekilde katliama maruz kalırlar. Yörede pek çok trajik olay yaşanmıştır. Bu olaylardan halk arasında anlatılanlardan birisi de Malazgirtli Zazo adındaki Kürt kökenli bir askerin yaptıkları ya da ona yaptırılanlardır. Katliam sahasında komutanın gavur zazo vur emriyle pohpohla-dıgı Zazo, böbürlenerek hamile kadınların karnını süngüleyip, çocuklarını çıkartmıştır.Mirza Efendi'nin oğlu Hüseyin, Ziyaret köyünde yasayan yaşlı bir kişiydi. Katliama ilişkin bir anısını bana su şekilde aktardı;- Zilan Katliamında ben Diyarbakır’da askerdim. Diyarbakır’dan bölgeye sevk edilen askeri, birliklerin içinde bende vardım. Bölgeye intikal ettiğimizde katliam yeni yapılmıştı. Bizler firar edenler yada, katliamdan kurtulup gizlenenlerin bulunması ile görevliydik. Yak1an Cakırbey köyünde bu amaçla arama tarama yapıyor-duk, daha önce katledilen ve yakılan köyün yıkıntıları arasın-da sağ kalan insan arıyorduk. Aramalar neticesinde iki kişi bulundu. Her ikisini de alıp komutanın yanına getirdiler. Bizler de arama faaliyetini tamamlayıp orada toplandık. Yakalananlardan biri 80 lik ihtiyar bir adamdı. Diğeri ise, halinden doğumunun çok yakın olduğu belli olan hamile bir kadındı.Komutan, yaşlı adama bir, iki tekme atıp;-Bu adam zaten gebermiş, iki kişi kadının kollarından tutsun dedi.îki asker daha önce gördüğü dehşetinde etkisiyle tir tir titreyen zavalı kadının kollarından tuttu.Komutan;-içinizde bu kadının karnını deşip piçini çıkaracak bir gönüllü biri çıksın diye bağırdı. Bir kaç kez seslendi, askerlerden bir ses çıkmadı.Bunun üzerine, bu isi gerçekleştirecek kişiye 40 gün mükafat izni var dedi. Bir asker gönüllü olarak çıktı. iki kolundan kıskıvrak tutulmuş zavallı kadının karnını süngüyle yardı. Kadıncağız hemen öldü. Çocuk yaşıyordu.Komutan;- Bakın bakalım piç,erkek mi kız mı diye sordu. Asker erkek diye cevapladı, Komutan;- -O piçin erkek olduğunu tahmin etmiştim dedi.Asker çocuğu da süngüleyip öldürdü.Nuri'ye Heso'nun eşi Emine, iki çocuğu ve. 7-8 yakınıyla katliamdan kaçıyorlardı. Hasanabdal yakınlarında ki, îna pışika (kedilerin ini) adlı mağaraya sığınmak için Hasan-abdal Çayının kenarından yürüyorlardı. Çocukların ağ1amalarının kendi-lerini ele vereceğinden korkan beraberindekiler Emine'ye;- Ya çocukları çaya at, ya da biz öldüreceğiz, derler.Kadıncağız çaresizlik içinde iki yavrusunu da çaya atar. mağaraya gidip, orada gizlenirler.Bizim evimiz o tarihte Hevırzong köyündeydi. Hasanabdal kö- yündeki akrabalarımızın çoğu kat1 edilmişti. Amcalarım, dedem de dahil. Fakat, bizim köye karışmadılar. Babam, akrabalarımızın imdadına koşmak , en azından ölüleri gömmek için, gece kat1iamın yap1dığı Cebeliye gider. Anlattığına göre; Köpekler insan etine alıştıklarından kendilerine de saldırıyorlarmıs. O sahaya zor bela girebilmiş-ler. Sahaya girdiklerinde köpeklerce yiyilmiş, büyük bîr kısmı tanınmaz halde olan yüzlerce cesetle karşılaşmışlar. Katledilenler ancak gece kimse görmeden gizlice ve topluca toprağa verilmiş. O yörede aradan geçen seksen yıllık süreye rağmen hala insan kemiklerine raslamak mümkündür. "Zilan katliamında destanlaşanlardan biri de Reşo"yâ Sılo dur.-Reşa, karısı Zeyno'ya deli gibi asıktır. Zeyno’ da Reşo’ya Reşa. Zilan kuşatmasında O da direnişçilere katılır. Reşo ile Zeyno Zilan' da ki takibat ve katliam nedeniyle 7 günden beri Güllü çimen'de bir mağarada saklanmaktadırlar. Bir sabah uyandıklar da kuşatıldıklarını görürler. Askerler soğuktan parmakları donan Reşo'nun kafasını keserler. Gözlerinin önünde kocasının kafası kesilen Zeyno’da Feryat figanla Reşo’ nun cesedine kapanıp ağlar. O’ nun da kafasını keserler. Bekıri Aşiretin’ den olan Reşo ve Zeyno’nun kesik kafalarını köy, köy gezdirip,, teşhir ederler. Bu olayı konu alan bir ağıt yörede hala söylenmektedir. Türkçesi;"Reşo' sen diyordun benim üzerime daha yiğit çıkmış değildir, Tut tüfeğinin ortasından ve silkin yiğitçe—"Zilan katliamından kurtulan pek çok kişi hala hayatta dır. Ercisin Oerekılis'te Hacı Nadir. Akcıra köyünden Hacı Şebab'ın annesi Perişan, Tevladere de Hacı T a hır, Gırqus köyünde Mecit ve daha pek çok kişi katliam esnasında cesetlerin a1tında kalmış sanılmaları nedeniyle katliamdan sağ kurtulmuşlardır.Katliamdan kurtulan 2 kardeşten bir olan Zıfo nine bizim köyde evliydi. Zılfo Nine ile kardeşi Tosun katliamda cesetlerin altında kalarak büyük bir şans eseri ölü sanılıp, kurtulmuşlardır.Tosun Adağeybe'den Bulanık İlçesinin Şeyh Yaküp Köyü’ne kadar yüzlerce kilometre yolu akarsu yatağını izleyerek gitmiş, orada akrabalarının olduğu, Muhtarlığını da akrabası Acem'é Meleoğlu'nun yaptığı köye sığınmıştır. Bu köyde daha sonra çobanlık yapan Tosun’u devlet güçleri izleyerek yakalamışlardır. Büyük katliamın tanığı Tosun araya giren Muhtarın verdiği rüşvetle adının Tosun değil, Mehmet Tosun olduğu söylenerek aranan kişi olmadığı gerekçesiyle kurtulabilmiştir.Katliamdan sonra, kat1iam artığı kişi1er saklandıkları yerlerden toplatılarak Erciş'in İrşad köyünde birbirlerine bağlı bir şekilde kurşuna dizilmek üzere bekletilirken, uzaktan bir atlı elinde ki bir kağıdı sa11ayarak durun, durun diye bağırarak gelmiş. Bunun üzerine askerler atlının gelmesini beklemişler gelen ünlü Milis Sıdık’é Hesen keçelé;- Durun bunların af kararını getirdim, diyerek elindeki kağıdı komutana uzatmış. Belgeyi okuyan Komutan, af edildiklerini söyleyip, serbest bırakmış. Bu olayın aynısı Dersim katliamından sonra da yapılmıştır. "Mustafa Kemal’den emir geldi öldürmeyin diye" Daha sonraları da yörede katliamların M. Kemal’den habersiz yapıldığı M. Kemal'in olayı duyduktan sonra Yüzbaşı Derviş beyi idam ettirdiği haberi yaydırılmıştır. Şüphesiz bu taktikler katliamdan sonra yöre halkı içinde sorumluluğu birilerine yükleyip, devletin imajını kurtarmayı amaçlayan kısmen de tutan taktiklerdir. İşin aslı Genelkurmay belgelerinde mevcut, Derviş beyin faaliyet-lerinden duyulan memnuniyet taktir edilmektedir. Zilan katliamı insan oğlunun yaşadığı en barbar katliamlardan biridir. Çoluk-Çocuk,, Genc-Yaslı, Kadın-Erkek ayırımı yapılmadan ele geçen herkes kurşuna dizilmiş. Bütün köyler ateşe verilmiş-tir. Katliam esnasında ve sonrasında tam bir can pazarı kurulmuştur.Milisler Sıdikâ Hesen Keçele ve Cevher efendi ile diğerleri, rüşvet, vermeyenleri öldürtmüş, verenler kurtulmuştur. Pek Çok insan ancak kendisi için yeterli, rüşveti verebildiğinden kendisini kurtarmış, yakınlarını kurtaramamıştır.Katledilen köylülerin mallarını Keskoi Aşireti ile Milisler ve komutanlar yağmalamışlardır. Patnos'ta dahi Şeyh Ali Ataseven'in anlattığına göre, Ezet ile Efendi ( Eski Ağrı Millet vekili Kerem Şahin’ in babası) ve bölük komutanı Mahir Bey bu talandan 200 er 300 er küçük ve büyük baş hayvan edindiler.Katliamdan kurtulanların bir kısmı dağlara çıktılar, bir bir kısmı da Fılıstanda ki, (Adilcevaz) Erciş'te ki köylere gi-dip sığındılar. Fakat katliam mağdurları buralarda da rahat bırakılmadılar.Bir kısmı takip edilip yakalandı, diğerlerinin başına bu defa milisler bela oldu. Seydki’li Şerif’é Fela , éliye évdi (çiloyi), Şeyh Taho, Meme Hemzé ve diğer milisler bu katliamzedelere ait ne varsa talan ettiler.Zilan deresinde Katledilenlerin köylerinde ki gayri-menkuller uzun yıllar Erciş ilcesine reislik yapan Cevher Efendi ve oğulları Süleyman'la îdris'in eline geçti. Hacıderi deresindekiler de, Sıdiqé Hesenkecelé'nin. Bu iki milis aile, katliamın olduğu 1930’dan, l950’ye kadar bu köyleri ekip biç-ti, Kocköprü'de iki derenin birleştiği yerde, bir karakol inşa edîdilerek söz konusu köylere yerleşim engellendi. Bütün bu köyler, 20 yılı aşkın bir süre bu iki ailenin tasarrufunda kaldı.Göç ettirildikleri köylerinin hasretiyle yirmi yıl bekleyen zilanlılar her yemeğe oturuşlarında (Hude Zedeke, geli avake) Allah ziyade etsin, Zilan deresini inşa etsin diye dua etiler., 1950 de Zilan deresi yerleşime açıldı. Büyük bir kısmı da 1980’e kadar devlet üretme Çiftliği olarak ku11a nı1an Hasanabdal köyüne, l980'de Afgan göçmenleri yerleştirildi.Muradiye, Erciş ve Patnos Kuşatmalari:26 Haziran’da Nadir Bey mahiyetinde ki 80 kadar direnişçiyle Dedeli üzerinden, Patnos’a doğru yürür. Xırındas köyü civarında kendilerine 5. Seyyar Jandarma Alayı’nın 11. Bölüğü ve bir uçakla müdahalede bulunulur. Çıkan çatışmada uçak düşer ve iki subay ölür. Bu iki subayın cesetleri,bilahare Patnos’ta şimdiki Yıldırım Palas Oteli'nin karşısındaki arsaya defnedilerek, buraya bir abide yapılır. Bu abide 1950 yılında Patnos’tan Ağrı'ya nakledildi. şu an Ağrı'da bulunan abide o tarihte Patnos'tan Ağrı'ya nakledilmiştir.Daha sonra Nadir Bey, güçleriyle birlikte Mozelan Köyü yakınlarında Tutak-Patnos yolunu tutar. Mehmet Bey ise Patnos Malazgirt arasında ki Şewranşeyh köyü yakınlarındadır. "Böylelikle harekâtın sevk ve idaresini üzerine almış bulunan Genelkurmay Başkanlığı, durumun oldukça nezaket kespetmesi üzerine 28 Haziran 1930'da verdiği emirde:Malazgirt ve Patnos bölgelerinin önem kespettiğine, duruma 9.Kolordunun süratle müdahalesi gerektiğine ve harekâta l Temmuzda başlamanın şayanı arzu olduğuna işaret ederek Erzurum, Kars ve Sarıkamış'tan hareket eden kıtaların fennî vasıtalardan faydalanarak nakilleri için vilâyetlere emir verilmesini 1. Genel Müfettişlikten istemiş, ayrıca 9. Kolordu Karargâhının hangi tarihte Karaköse'ye gelerek emir ve komutayı eline alacağını, tenkil harekâtına hangi kıtalarla başlanacağını ve kolordu harekat planına göre harekâta ne zaman başlamanın uygun olacağını... Kolordu Komutanından sormuştu.Oysa 9. Kolordu, kendisine verilen bölgenin emir ve komutasını 26Haziran 1930 akşamından itibaren ele almış bulunuyordu. Ancak karargâh ileri komuta kademesi 28 Haziran akşamı Karaköse'de bulunabilecekti.27 Haziran 1930 günü 9. Kolordu bölgesinde durum şöyle idi:Zeylan bölgesindeki asiler 25 Haziran 1930 akşamı ikiye ayrılarak bir kısmı ayaklananların ailelerini kaçırmak üzere Seyit Resul komutasında Aksorik istikametine gitmiş, Körhüseyin ve Emin Paşa Oğulları komutasındaki diğer kısım ise, Ağı Gediği - Sarısu bölgesine geçmişlerdi.Asilerin hududu tecavüzlerine engel olmak için 17. Hudut Taburundan Beyazıt Ağa'da toplanmış bulunan kısmın Aşigiran ve Gevrişamyan yollarını kapayarak eşkıyayı tenkil etmesi tabur komutanına, Beyazıt Hudut Taburunun da civardaki kısımları ile bu harekete yardım etmesi Beyazıt Takip Bölgesi Komutanlığına emredilmişti.200 kadar avenesi ile Patnos güneyindeki tepeleri tutmakta olan Körhüseyinoğulları, 26 Haziranda Dedeli'den Patnos'a gelen 5. Seyyar Jandarma Alayının 2. Bölüğüne, teslim olmalarını teklif etmeleri üzerine Malazgirt'te 70 kadar piyadeden başka kuvvet bulunmadığı için bu baskı karşısında bölüğe evvelce vilâyetten verilen talimat gereğince Patnos'un güney sırtlanın işgal ederek Tutak istikametinde çekilmesi emredilmişti. Oysa bu bölük, Dedeli Bucak Müdürü ve mahiyetindeki 27 jandarma Patnos'ta savunmada kalmış ve bu kuvvete 27 Haziran 1930 saat 14.00 sıralarında Tutak'tan subay komutasında bir jandarma müfrezesi ile milislerden Mahmut Bey ve kardeşi îbrahim Ağa kuvvetleri de katılmışlardı. 27 Haziran günü ve gecesi Patnos civarında cereyan eden müsademede eşkıyadan altısı öldürüldü.Alınan bilgilere göre Körhüseyin Paşa oğulları ile Seyit Resul idaresindeki asilerin gerçek miktarı 110 atlı olup bölgesindeki Zeylanlı-ların katılması ile bu miktar çoğalmıştı." Tutak’tan-Patnos'a Sipkili Milisler Mahmut ve ibrahim ağa adlı kardeşlerin rehberliğinde Patnos'a giden bir müfrezeyle çatışma çıkar. Çıkan çatışmada Nadir Bey güçleri müfrezeyi bozguna uğratır. Mahmut ve kardeşi Musa Bey'le birlikte iki yeni mezun doktor asteğmeni esir alırlar. Bu iki esir asteğmenin trajedisini Nadir Bey hayatı boyunca unutmadı. Olayı söyle anlatmaktaydı;- ikisi de yeni mezun olmuş genç iki teğmendi. Kendilerni yanımdan ayırmıyordum. Çak endişeliydiler. Kanisipi köylülerinin anlattıklarına göre; Fırsat buldukça köylülere nasıl bîri olduğumu, kendilerini öldürüp öldürmeyeceğimi soruyorlarmış. Hatta Müslüman olup olmadığımı, Müslüman olduğum söylenince de, Müslümansa bizi öldürmez diyorlarmıs. Bizler Kayseri' den firar ettikten sonra 1928' de çıkan afla ağabeyim Abdullah Bey'in çocukları Hamza, Mehmet, Celal ile Abdullah bey'in Süphandağı’nda öldürülen oğlu Süleyman’ın çocukları Patnos'a geri dönmüşlerdi. Ben de Patnos'tan Süleyman'ın oğlu Maksudu görmek için yanıma çağırmıştım. Henüz 7-8 yasarında zeki ve sevimli bir çocuktu. Teğmenler yanımda iken,- Amca, bunları öldürme yazıktır diyordu. Onlar olmayınca da,- Amca onları öldür, onlar da babamı öldürdü diyordu.Ben subaylara çok iyi. davranıyordum. Onların Haspel kader buralara geldiklerini, çok genç ve bekleyenlerininin olduğunu biliyor ve kesinlikle kendilerine zarar vermeyi düşünmüyordum. onları Patnos kuşatmasından önce Seyit Resul'a gönderdim. Kendi-erine iyi davranılması ve zarar verilmemesini de özellikle bildirdim. Fakat Seyit Resul ne yazık ki ikisini de öldürmüş-tü. Olayı duyduğumda kahroldum. Onları nasıl oldu da başkalarına teslim ettiğime ve bizleri savaşmak zorunda bırakanlara hayaım boyunca lanet okudum diyordu.Patnos-Tutak yolunda ki bu çatışmadan sonra Nadir bey Patnos'un kuzeyinde Kanice köyüne, Mehmet Bey'de Patnos'un güneyinde ki Kırekom Köyüne gelirler. Patnos'u 30 Haziran 1930'da kuzeyden ve güneyden kuşatmak için.Mehmet Bey daha önce açıklanan hatayı yapar. Bu olayı vekuşatmayı yeğenleri Şeyh Ali Ataseven söyle aktarmaktadır."- Mehmet bey yüz atlıyla Kırekom köyüne Ado’yé Mele'nin evine gelir. Ado'dan köy hocasını çağırmasını söyler. Köy hocası Mele Usıb'a, Patnos bölük komutanı Mahir Bey'e verilmek üzere; bir pusula verir. Pusulada; Mahir Bey'den teslim olmasını aksi halde kendisi ile askerlerini öldürecekleri yazılıdır.O gece sabaha karşı kapımız çalındı. Babam kalkıp kapıyıaçtı gelen Mele Usıb idi. Mele Usıb, babam Şeyh Brahim’e, Mehmet bey'in yazdığı pusulayı verdi. Henüz sabah ezanı okunmamıştı ikisi birlikte sabah namazını kıldılar. Daha sonrada gün ışımasıyla birlikte Bölük Komutanı Mahir Bey’e gittiler. Mahir bey pusulayı okuyunca;-Sen bu adamı tut, bırakma köyüne gitsin Hüseyin Paşa’nın burada elli nüfusu var. Birimizin burnu kanarsa biz de onların hepsini öldürürüz. Der-O günlerde de Konya’dan Hüseyin Paşa’nın oğlu Haydar bey ile torunları (Abdullah beyin çocukları) Mustafa, Hazma, Mehmet, Celal ve aileleri Patnos’a gelmiş Osmanı Usıbın evinde kalmaktaydılar. Mahir Bey onları kastetmekteydi.Mahir Bey hiç vakit kaybetmeden mezarlıkların içine ve onların geliş istikametine göre birkaç yere mevziler kazdırdı. Bu mevzilere asker yerleştirdi. O sıralar karakol eski caminin yanındaydı. Caminin minaresine bir makineli tüfekle Bahri Çavuş’u yerleştirdi. Söz konusu aileleri de rehine olarak caminin içine koydular. Hazır mevzilerde direnişçilerin gelmelerini beklediler. 30 Haziran 1930 günü artık bizler dahi saldırının olacağını biliyorduk.Mehmet beyin gönderdiği pusuladan ve alınan önlemlerden habersiz olan Nadir Bey, Kanice Köyü istikametinden dereyi izleyerek yanında Şeyhler Köyünden Sultan Ağa ve beraberlerindeki adamlarıyla Patnos’a doğru geldiler. Sütlüpınara yaklaştıklarında minareden ve mevzilerden yoğun bir ateşe tabi tutuldular. İlk atışla yanındaki ve sağ kolu olan Sultan Ağa öldü. Nadir Bey Sütlüpınarda, şimdiki Ağrı-Van yolunun alt kısmında bir kayanın arkasına geçti ve onlar da ateş etmeye başladırlar. Değişik yerlerdeki mevzilerden ateş açılmaktaydı. Bir müddet sonra mevzileri tespit edip oralara ateş etmeye başladılar. Beklemedikleri bir durumdu.Güneyden Mehmet Bey ve adamları da Kırekom tarafından Patnos’a girdiler. İlk gelen Akıf’e Delo’ydu. Akif mezarlıktaki mevzilerden açılan ateşle ayağından yaralanıp saf dışı kaldı. Hesene Ali Küpe’de gelen ikinci adamdı. O da kırekom yolunda yaralandı. Patnos yolunda Nezir’in değirmen arkının üzerinde de Mıhemede Seçarik vurularak öldü. Ben de çocukluk aklımla gidip ilimi cebine koydum ve cebindeki sarı bir tütün tabakasını çıkarıp getirdim. Çatışma akşama kadar sürdü. Pek çok yaralı asker Sılo’ye Kolozi’nin evine getirildi. Yaralıların feryat ve figanları ortalığı inletiyordu. Çoğu mevzideyken kurşunların parçaladığı taşlardan yaralanmışlardı. Nadir bey’de arkasına mevzilendiği kayaya isabet eden bir kurşunun parçaladığı kayadan yüzen gelen kaya parçacıklarıyla yaralanmıştı. Sonraki yıllarda, sağ yanağına dokunulduğunda deri altında pek çok taş parçacıklarının olduğunu his etmek mümkündü. Fakat deride hiçbir iz de yoktu. Akşam çatışmaların bitmesiyle, Nadir bey, mahiyetiyle birlikte Sultan’ın cesedini alıp gittiler.Bu olaydan sonra, Osmane Usıbın evine sığınmış olan Haydar Bey ve Abdullah Bey’in çocukları ile aileleri pek çok eziyete maruz kaldılar. Zaten, son derece zor koşullarda yaşamaktaydılar. O dönemde Patnos halkı çok fakirdi. Ekmek bile herkeste bulunmazdı. Nispetten bizim durumumuz iyiydi. Babamın un değirmeni vardı. Bir defasında annem saman taşımada kullanılan bir sepette ekmek koyup, üzerini de görülmemesi için otla kapatıp götürürken, Bahri çavuş durumdan şüphelenip sepeti kontrol eder. Sepete el koyup Mahir Bey’e götürür. Mahir Bey babamı çağırıp;-Bu yılanlara neden yiyecek veriyorsun?diye çıkışır.Babam da; - Bunlar benim akrabalarım, hanımım onlardan çocuklarım onların yeğeni, siz olsanız benim yerimde aç kalmalarına razı olur musunuz? Ekmek vermeye mecburuz der.Kuşatmadan bir süre sonra, onları çoğu kadın ve çocuk yaklaşık otuz kişiyi üstü acık bir kamyona bindirip tekrar Konya’ya sürgüne gönderdiler. Yazın sıcağında üstü açık bir kamyonda günlerce süren çok eziyetli ve hakaret dolu bir yolculukla önce Diyarbakır’a, oradan da Konya’ya ve 18 yıl sürecek bir sürgün. ""Düşman kuvvetlerinin merkezi Süphan köyündeydi. Yalnızca Nores'te 40 asker vardı. Bu köye saldırmak köy halkı için çok tehlikeli olacaktı. Çünkü, askerler köydeki, evlere yerleşmiş ve mevzilenmislerdi. Bu nedenle, onlara sabah erkenden Noreş karakollarına saldırmalarını, savaşçıların bir kısmının da, kendilerini Suphan köyü yolu üzerine gizlemelerini ve Süphan daki askerler Noreş Karako1una yardım için köyden çıktıklarında yollarını keserek geri dönmelerinin engellenmesini istedim. Davo' nün kuvvetleri verilen emri, tümüyle yerine getirdi. Şiddetli bir çarpışmadan sonra her iki karakolun askerleri esir a1ınarak, silahlarına el konuldu ve esirler Ağrı’ya getirildi. Esirlerin sayısı 120 kişiydi. Bunlar elden kaçırılmaması ve beslenmeleri için Ağrıda ki evler arasında paylaştırıldı." Bu çatışmalarda 25 er kaybolur veya öldürülür. 4 asker yaralanır bir hafif makinalı tüfekle, bir telefon da direnişçilerin eline geçer.Bölgede pek çok yerde eylemler sürdürülürken, İhsan Nuri;"Hesenilerin eski liderlerinden Fettulah Bey' in oğlu Sevdin Bey, birkaç: yiğit süvari ile Malazgirt ovasına giderek özgürlük ateşini buralara da sıçrattı." demektedir.Sürbehan ve Norşin karakol baskınlarının Genel Kurmayı son derece rahatsız ettiği anlaşılmaktadır. "Alınan bütün tedbir ve tertiplere rağmen büyük çapta olmasa da yer yer eşkıyalık olayları devam etmekte idi. 29 Haziran 1930 saat 02.45 sıralarında 200 atlı, 80 yaya olduğu tahmin edilen bir eşkıya grubu Sürbahan ve Norşin karakollanna baskın yapmışlar ve bu baskında biri ağır, üçü hafif olmak üzere dört yaralı verilmiş, 25 er de kaybolmuş, bir hafif makineli, iki sandık cephane, iki hayvan ve bir telefon cihazı asilerin eline geçmişti. Bu olaydan haberdar olan Genelkurmay Başkanlığı l Temmuz 1930'da verdiği emirde:"Sürbahan ve Norşin baskınını ve sonucunu pek esef verici buldum. Bu durum, Kürtlerin askerlerimizi öldürmeyecekleri ve teslim olduklarında kendilerine silâh atılmaması hakkındaki propagandalarının semere verdiğine bir delil teşkil edeceği gibi cüzî bir mukavemet karşısında kalacak diğer kıtalar için de pek feci sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle böyle adi birkaç eşkıya baskınına uğrayacak kıtaların son nefesine kadar silâhını terk etmeyerek savunmaya devam etmesini ve en küçük bir ihtimali görülenlerin çok şiddetli ve cezri bir surette cezalandırılmalarını ve bu emrinin bütün kıtalara tamimini ister ve 9. Kolordu Komutanlığından bu kıtanın baskına uğramamak için neden tertibat almadığının ve her ne pahasına olursa olsun baskına uğrayan karakollara niçin yardım edilmediğinin, baskına uğrayan karakollar erlerinin kamilen mi, yoksa kısmen mi kaybolduklarının ve müsebbiplerinin tahkiki ile isimlerinin bildirilmesini ve yapılacak takip harekâtında bazı köylerin geçen ayaklanmada olduğu gibi kıtalarımızın yan ve gerilerindeki sırtlan tutarak bağırıp çağırma ile ve ellerindeki birkaç silâhı da ara sıra kullanarak şaşkınlığa ve müessef olaylara sebep olmaları için kıtaların bu bakımdan da aydınlatılması ve yukarıda söylendiği üzere son nefese kadar eşkıya üzerine saldırmak fikrinin her Türk askeri için bir gaye olması hususunun sağlanmasını rica ederim" demekte idi.Bu olaydan sonra Nadir Bey; Bir yıl önce şehit edilen Yusuf, Afit, Süleyman ve Gefo’nun saklandıkları yeri ihbar edip, kendiside saldırıya katılan Milis Mıhemede Haci Ali'nin Aktepe köyünde olduğu haberini alır.Nadir bey" in üstünde bir subay elbisesi vardır. Kendisini yüzbaşı olarak tanıtıp, Mehmet é Haci Eli'nin bulunduğu evin kapısında kendisine seslenerek dışarı çıkmasını söyler. Yüzbaşının kapısına gelmesinin heyecanıyla dışarı fırlayan Milis’i öldürmek için silahlarına Davranan yanındakilere müdahale eden Nadir bey, onunla hesabı olan benim kimse karışmasın diyip müdahale eder. Tüfeği milisin ağzında dayayıp ateş eder. Silah sesinden ürken at Nadir Beyle birlikte kışlık buğdayların muhafazası için açılan kuyuya düşer. Daha sonra kuyudan güçlükle çıkan Nadir Bey, Milisin öldüğünü sanıp yola devam eder. Oysa milisin ağzına sıkılan kurşun yanağından çıkmış ve sadece yaralanmıştır. Sağ olduğu sürece yama1ı yanağı ihanetinin kanıtı olarak kaldı.9. Kolordu Genel Kurmay Başkanlığından aldığı emir ve direktiflere uygun olarak 2 Temmuz 1930 da harekat emrini verdi. Patnos bölgesinde:Eşkıya Körhüseyin ve Eminpaşaoğullan idaresinde 350-400 kişi olup Sofu Mustafa-Kâni-Yukan zomik-Çakjrbey-Gürgüre-Haçlı-Koru-Harabe-Kürk-Çavuş köyleri ile çevrili olan saha dahilinde bulunmaktadır. Bu köyler ve bu saha dahilindeki bütün köyler eşkıyaya katılmışlardır.Taşburun ve Başkent çatişmalari:Burna Sor ve Buruna reş’teki savaşlardan iki gün sonra direnişçiler, Ağrı'nın kuzey-doğusuna ve İğdır ovasının doğusuna düşen, Aralık bölgesinde ve Sovyet sınırına çok yakın olan BAŞKEND şehrine girip burayı işgal ederler. Nahiyede bulunan askerler şehri terk edip, kaçmaya başlarlar peşlerine düşen direniş güçleri 150 kişiyi esir alırlar. Çatışmalarda çok sayıda asker de yaşamını yitirir. Geri kalanlar ise, Aras nehrini geçerek Ruslara sığınırlar. Ruslar, askerlerin peşle-rinden gelen direniş güçlerine ateş açarak askerlere yaklaşmalarını engellerler, iki gün sonra da silahları ile birlikte Markat köprüsünden geçirerek Iğdır’a ulaştırırlar. Nahiye halkı Türkçe konuştukları halde direnişçileri sevinçle karşılar. Burada hükümet konağına asılı Türk Bayrağı indirilerek yerine Kürt Bayrağı asılır ve altın da kurban kesilir..Bu arada Başkente yardım gelmesini engellemek için, Emeré Besé ile Van’dan gelip Kelturilerin içine yerleşen Mele Hüseyin, Iğdır-Başkent yolunu kapatır, başkentte sekiz saat süren çatışmalarda yaralanan askerlerin çoğunun tedavisini bizzat ihsan Nuri yapar.Başkent savaşlarında Aslen İran’lı olan fakat daha sonra İran’a küserek gelip Ağrı Dağı’nın batısına yerleşen kızılbaşoğlu aşireti reisi Abdullah Xelef direnişçilere destek olur. Ömere Bese'nin ile birlikte direnişçilerin Başkentle uğraşmaları esnasında Türk askeri güçlerince ele geçirilen taşburun karakoluna saldırırlar.İhsan Nuri Anlatoyor;" Türkler burada çok miktarda asker bırakmışlardı. Ben ve Bro Heski de o tarafa gitmiştik. Ömere Beşe Türklerin üzerine kahramanca saldırarak, onları çadırlarından çıkardı. Fakat ne yazık ki, bu çatışmanın töz dumanı içinde.bir kurşun bu kahramanın göğsüne değerek, onu Kürtlerin özgürlük şehitlerinin arasına kattı. Kürt savaşçıları savaştan çekilmeyerek, Türklerin elinden birkaç tepeyi aldılar. Daha sonra, İğdır'dan yük arabaları ile gelen Türk yardım kuvvetleri yetişince savaşçılarımız mecburen geri çekildi. Bizim kaybımız çok azdı."
Alıntıdır