3 Ağustos 2008 Pazar

Emperyal Faşizm Ve Komunist Siyaset

AB’ye tam üyelik için müzakere tarihi almakla birlikte sınıflar mücadelesi tarihi açısından önemli bir siyasal sürece girdiğimizi, müzakere tarihi alana kadar güçlerin ve güç ilişkilerinin zamana yattığını, gelişmelere göre bu aktörlerin konuşmaya başlayacaklarını ve güçlerin ve güç ilişkilerinin yeniden kurulduğu gerilimli ve sert bir 10-15 yıl yaşayacağımızı özellikle belirtmiştik. İlk konuşma, faşist hareketten geldi. Bu süreçte özgürlükçü güçleri sindirmek, terörize etmek ve politik güç olarak süreçten dıştalamak için, yeniden faşizmin devreye sokulduğu görülmektedir.Bu durum, konjonktürel bir olay değildir. Güçlerin ve güç ilişkilerinin yeniden kurulduğu bu süreçte yapılmış olan siyasal bir operasyondur. Konsept, konu ve zamanlama iyi planlanmış görünmektedir. Zamanlama olarak Newroz’un, olay olarak bayrağın seçilmesi hiç de tesadüfi değildir. Toplumun en hassas noktasından kalkarak, bir taşla üç beş kuş vurulmaya çalışılmaktadır. Temel amaç, milliyetçilik kategorisi içerisinde, bütün toplumsal ve siyasal dinamikleri yeniden kurmaktır. Bunun için, AB sürecinin en hassas konusu olan Kürt sorunu üzerinden bu amaç gerçekleştirilmek istenmektedir. Ya bölücüsün ya da milliyetçisin! Bunun bildik bir söylem olduğunu biliyoruz. Bu resmi söylemin, dönem dönem işe yaramasına karşın yıprandığını da biliyoruz. Fakat üzerine düşünülmesi gereken ve ciddi bir tehlike arz eden konu, faşist hareketin anti-emperyalist söylemi kullanmasıdır. Faşist hareketin anti-emperyalist söylemi kullanmasının samimi olup olmadığının tartışılması, işin stratejik boyutunu ortadan kaldırmamaktadır. Faşist hareketin, Kürt hareketine bölücülük söylemini aşan, anti-emperyalist söylemle karşı çıkması düşündürücüdür. Bu bağlamda temel amaç, toplumsal-siyasal dinamiklerin, milliyetçilik konsepti üzerinden ABD, AB ve Kürt hareketine karşı anti-emperyalist bir söylemle yeniden kurulmasıdır.
Emperyal Faşizm ve MilliyetçilikSermaye birikim sürecinin genişleyerek üretimi ve yeniden üretiminin, artık içerisi ve dışarısı yoktur. Dünyanın hangi coğrafyasında olunursa olunsun, küresel sermayenin organik bir parçası olmadan küresel rekabette emeğin verimli kılınması, sömürüsü ve buna bağlı olarak artı-değer üretimi, yani kâr mümkün değildir. Bir başka deyişle kapitalizm, küresel sermayeye dünyanın her yerinde emeğin gerçek tahakküm altına alınmasını emretmektedir. Küresel sermayenin yoğunlaşması, ulusal sermayelerin tasfiyesi üzerine kurulmuştur. Bu, küresel bir egemenlik ilanıdır. Ulus devlet, emeğin sınırlar altına alınarak ıslah edilmesidir. Bu, “ulusal sınırlar içindeki emeğin sömürüsü, artık küresel sermayenin egemenliği altındadır” emrinin ilanıdır. Küresel egemenlik, bu bağlamda bir egemenlik biçimi olarak ulus devlet egemenliğine meydan okumaktadır. Direnen ulus devletlerin egemenliğini savaşla dağıtıp küresel demokrasi nosyonu altında yeniden kurmak, bütün toplumsal ilişkileri küresel sermaye tarafından ¤¤¤¤laştırmak, kapitalist imparatorluğun temel eğilimi olmuştur. Ulusal devletler, kapitalist imparatorluğun hiyerarşisi içinde yeniden kurulmaktadır. Başka bir deyişle ulusal egemenlik, postmodern bir yerden yeniden yapılanmaktadır. Biz, kapitalizmin gelmiş olduğu bu egemenlik biçimine “emperyal faşizm” diyoruz.Emperyal faşizm, küresel sermayenin yoğunlaşmasına ve merkezileşmesine bağlı olarak, tasfiye ettiği sermaye çevrelerinin egemenliklerini de kırmaktadır. Bu kırılışa cevap, milliyetçilik olmaktadır. Kapitalizmin emperyalist döneminde kurulan güçler ve güç ilişkileri, kapitalist imparatorluk döneminde yeniden dizayn edilmektedir. Kapitalist güçler arasındaki bu egemenlik krizi, postmodern dönemin temsiliyet krizidir.
Birinci ve İkinci CumhuriyetçilerBirinci cumhuriyet, dışarıya karşı emperyalizm, içeride ise Kürt, şeriat ve komünizm tehdidi üzerine kuruldu. Kurtuluş Savaşı, 1. Dünya Savaşı’nın bu coğrafyadaki devamıdır. Bir başka deyişle birinci cumhuriyet, 1. Dünya Savaşı’nın içinden kurulmuştur. İttihatçılar önderliğinde Osmanlı, 1. Dünya Savaşı’nın en önemli aktörlerinden birisidir. Savaş içerisinde değerlendirilen küçük bir güç değil, tam tersine tarihin hareketini belirleyen zayıf fakat emperyal bir güç olarak konumlanmıştır. Yenilen tarafta olması, bu gerçeği değiştirmeyecektir. Bundan dolayı birinci cumhuriyet, 600 yıllık imparatorluk kültürünün mirasının da temsilcisidir. Bu bağlamda, birinci cumhuriyet egemenliğinin kuruluşu, demokratik bir ulusçuluk tartışmasının ötesindedir ve 1. Dünya Savaşı’nın yenilgisini içine sindiremeyen bir emperyal milliyetçilik, her zaman devletin ve toplumun ruhunda taşınmıştır. Toplumsal ve siyasal tarihimizde milliyetçilik, ezilen bir ulusun ezen ulus emperyalizmine karşı burjuva bağlamda demokratik bir yerden kurulmaktan çok, bir fetih gücü, imparatorluk ve cihan devleti, tahakküm ve iktidar söylemi olarak kurulmuş, kurulmaya da devam etmektedir. Siyasal islamın birinci cumhuriyetle savaşımı, laiklik-anti laiklik sorunundan öte, bir iktidar paylaşımı savaşıdır. Siyasal islam, imparatorluk mirasını taşıyan siyasal bir güçtür. İktidarı paylaşmak istemektedir. AK Parti, islamı liberalleştirerek, küresel iktidar işleyişini belirleyen emperyal aktörlere yakın görünmekte ve AB sürecine dayanarak, siyasal islamın birinci cumhuriyetle sorununu çözmek istemektedir. Bu yolda da uzun bir mesafe kat edilmiştir.AB’ye üyelik süreci, ikinci cumhuriyetin kuruluşudur. Güç ve güç ilişkilerinin yeniden kurulacağı bir süreci ifade etmektedir. AB’ye üyelik sürecine çok içeriden bakılmıştır. İslami, Alevi ve Kürt güçlerin demokratik taleplerinin AB sürecinde çözüleceği öngörüsü, ciddi bir kitlenmeyi de beraberinde getirmiştir. Bu kitlenme, siyasal ve toplumsal süreci içinden çıkılmaz bir kör dövüşüne sürükleyebilir. Siyasal islam, birinci cumhuriyetle sorununu çözme zeminine girmiştir. İlerlenmesi, ikinci cumhuriyetin kuruluşuna bağlıdır. Ordu ve Ak Parti, ikinci cumhuriyetin kurucu güçleridir. Fakat bu güçlerin adım atabilmeleri, kapitalizmin yeni egemenlik biçimi olan imparatorluğun kuruluşunu stratejik olarak iyi okumalarından ve bu okumaya uygun olarak güçlerini konuşturmalarından geçmektedir. Türkiye, kapitalist imparatorluğun savaşla kurulduğu bir coğrafyanın tam da göbeğinde bulunmaktadır. Güncel politikalarla süreci atlatmak mümkün görünmemektedir. Bugüne kadar bekle gör siyaseti tıkanmıştır. Çünkü Kürtler, ikinci cumhuriyetin kurucu gücü olmak istemektedir.Geçenlerde, büyüme oranı yüzde 9.9 olarak açıklandı. Cumhuriyet tarihinin en yüksek büyüme oranı olduğu ilan edildi. Fakat yoksullaşmanın ne oranda olduğu konusunda kimse bir şey söylemedi. Bu büyüme oranı, sermaye yoğunlaşmasını, yani birçok küçük üretimin tasfiye edilerek sermayenin merkezileşmesini ifade etmektedir. Yoksullaşma artmıştır. Büyük sermaye, küresel sermaye ile organik bütünleşmesini derinleştirmiştir. Dünya ekonomik-siyasal süreci, devletin egemenlik gücünü zayıflatmıştır. Devlet, egemenlik gücünü koruyarak reform sürecini atlatmaya çalışmaktadır. Ya ABD ya da AB üzerinden, bu egemenliğini korumaya çalışmaktadır. Fakat açıkça görülmüştür ki, gerek AB gerekse ABD, kapitalizmin emperyal konseptinde ortak stratejiye sahiptir. Gelinen noktada devlet, bir temsiliyet ve egemenlik krizi içerisindedir. Devlet, siyasal konseptinde değişiklik yapmak zorundadır. İşte bayrak provokasyonu, tam bu siyasal tıkanıklık sürecinde örgütlenmiştir. Toplumsal-siyasal güçleri, faşist hareketin milliyetçilik konseptinde kurmaktadır. Ve faşist hareket, milliyetçiliği, anti-emperyalist ve Kemalist boyuta taşıyarak genişletmektedir. Toplumsal ve siyasal güçler, “AB’ye evet” diyenler ve “AB’ye hayır” diyenler olarak bölünmüştür. “Hayır” diyenler birinci cumhuriyetçilerin, “Evet” diyenler ikinci cumhuriyetçilerin arkasında politik olarak dizilmektedirler. Birinci cumhuriyetçiler ulusalcı, milliyetçi, anti-emperyalist, Kemalist, ikinci cumhuriyetçiler ise vatan haini ilan edilmiş bulunmaktadır. Kapitalizmin ve kapitalist güçlerin bu temsiliyet ve egemenlik krizi, bizim krizimiz değildir. “Evet bizim krizimiz değil; fakat biz güncel siyaset yapıyoruz “ diyenler, bir gün kendilerinin politik olarak milliyetçi cephenin zemininde olduklarını görecekler.
İmparatorluğun Krizi ve Komünist SiyasetKapitalizm, yeni bir egemenliğin kuruluşu içinden geçerken yeni bir egemenlik krizi yaratmıştır. Bu, bir temsiliyet ve temsiliyet biçimi olan ulus devlet krizidir. Küresel sermaye, sınırsız genişlemesine engel olan her türlü temsiliyet biçimine meydan okumaktadır. Temsili demokrasi üzerinden ulusal egemenlik ve ulusal devlet yerine, emperyal demokrasinin küresel nosyonlarına göre yapılanmış teritoryal devletlere geçişin krizidir. Bu durum, modernizmin egemenlik biçiminin tasfiyesidir. Bu kriz, ancak emperyal faşizm tarafından yönetilebilir. Emperyal faşizmin yaratmış olduğu ulusal egemenlik krizi, yerel milliyetçiliği üretmektedir. Emperyal faşizm, insanlığı milliyetçilik, savaş ve din söylemlerinin naralarıyla barbarlığın içine sürüklemektedir. Kapitalist imparatorluğun bu egemenlik krizine, modernizm içinden yani ulusal sol, ulusal sınır ve ulusal devlet söylemleriyle yanıt üretilemez.Sınıflar mücadelesi, ulusal sınırlara hapsedilemez. Emeğin siyasetini ulusallaştırmak, sınırı ve ulusu olmayan sermayenin emeğe koyduğu bir yasaktır. Sınıflar mücadelesi küreselleşmiştir. Emek siyaseti, ancak küresel siyaset üretebildiği oranda özgür ve bağımsız olabilir. Kapitalist güçler arası egemenlik savaşı içinde taraf olmaktan, ancak küresel bir siyasetle çıkılabilir. İmparatorluğun krizi, bu devrimci imkanı komünistlere sunmaktadır. “Emperyalist savaşı iç savaşa çevir” sloganı nasıl devrimci bir işlev göstermişse, “emek siyasetini her yerde küreselleştir” sloganı da günümüzün devrimci siyasetidir.Komünistler, insanlığın vicdanı, onuru ve adaletidir. Bugün, anti-militarist söylemle savaş karşıtlığı komünist bir siyasettir. Bütün ulusal ve uluslararası orduların dağıtılmasını ve silah fabrikalarının derhal kapatılmasını istemek komünist bir taleptir. Her tür temsili demokrasi üzerine oturtulmuş egemenlik anlayışlarına karşı çıkmak komünist bir siyasettir. Savaşı, milliyetçiliği, dini ve temsiliyeti egemenliğin siyaseti olarak üreten devleti reddetmek komünist bir taleptir. Sınırlar egemenler içindir. Egemenler arası çıkar çatışması, sınırları üretmiştir. Sınırların kaldırılması siyaseti komünist bir siyasettir. Dünya vatandaşlığını istemek komünist bir taleptir. Komünistler değerler, kültürler ve özgürlükler için savaşırlar. Komünistler için değeri üreten, iktidarlar değil emektir. Bu bağlamda komünistler, değer olarak iktidarlara tapmaz. Yaşadığı topraklara, içtiği suya yediği ekmeğe, konuştuğu dile, kültüre saygı, siyaseti ve özgürlüğüdür. Topraklara evet sınırlara hayır demek komünist bir taleptir.Gücü iktidarda, temsiliyette ve devlette görenler için, bu talepler ütopya olarak görülecektir. Fakat günümüzde komünistlerin görevi, Devrim kavramını Devrimcileştirmektir.
Alıntıdır

Hiç yorum yok: